Zanka

Talha Barış Yapıcı

Twitter Instagram


Talha Barış Yapıcı

Yazı, İtalyan yazar ve edebiyatçı Umberto Eco’ya ait “Düşman Yaratmak” kitabının kitaba ismini veren, İngilizce adının (“Inventing the Enemy”) birebir çevirisi “Düşman İnşa Etmek” başlıklı yazısının kısa bir yorumunu içerecektir.

Umberto Eco, içeriden veya dışarıdan bir düşmanın varlığının devletlerin, ulusların ve bireylerin varlıklarını idame ettirebilmeleri için çok önemli olduğunu söylemektedir. ABD’de bir taksicinin İtalya’nın düşmanlarını kendisine sorması üzerine yaşadıkları diyalogdan yola çıkarak bu meseleyi “Düşman sahibi olmak sadece kimliğimizi tanımlama açısından değil, aynı zamanda kendi değer sistemimizi ölçebilmek için bir engel edinmek ve o engelle yüzleşirken kendi değerlerimizi sergilemek açısından da önemlidir. Dolayısıyla düşman yoksa onu inşa etmek gereklidir”[1] diyerek tanımlar. Burada farklı medeniyetlerden birçok ilgi çekici örnekle medeniyetlerin özellikle eskiden doğal ve sonradan birçok düşmanı olduğunu, bu düşmanlara karşı kendilerince mücadele yöntemleri geliştirdikleri anlatılır. Örnekle bir Romalının bir barbara karşı, bir Avrupalının bir göçmene karşı, bir Hıristiyan’ın bir Yahudi’ye karşı bakışları; o düşmanları kendilerince hangi biçimlere sokup ne şekilde tasavvur ettiklerinden bahsedilir. Bütün bu örneklerde biz, düşmanın doğal ortamında olduğunun haricinde farklı anlamlar yüklenerek milletlere ve dinlere mensup insanlara hangi kötü biçimlerde gösterildiğini görüyoruz. Bu biçimlerin içinde Yahudilerin kanlarının bozuk, kötü kokulu oldukları[2]; barbar (uygar olmayan) kavimlere mensup insanların yüzlerinin ve vücutlarının çirkin olduğu gibi ithamlara yüzyıllarca maruz kaldıklarını anlıyoruz. İçerideki düşmanlara örnek olarak ise Fransızların Orta Çağ’da cüzzam hastalığına yakalananlara lanetli muamelesi yapıp onları katlettiklerine şahit oluyoruz.

 

Umberto Eco yüzyıllardır yaşanmış olup hâlâ da yaşanan bu düşman icat etme ve dolayısıyla meydana gelen savaş ve mücadele durumunu bir “ihtiyaç” olarak tanımlayarak gerekli olduğunu “Savaş bir toplumun kendini bir ulus olarak görmesini sağlar […] sınıflar arası dengeyi sağlayan ve anti sosyal unsurlardan yararlanılmasına izin veren tek şey, savaştır. Barış, istikrarsızlığa ve gençler arasında suça yol açar; savaş, bütün başıbozuk güçleri en doğru şekilde yönlendirerek onlara statü kazandırır.[3]   cümleleriyle desteklemiştir.

Sürekli yenilenen düşmanlar yaratılarak kitleleri kinlendirmek bu eylemin yapıldığı toplumda farkındalığı yüksek kitle için bir eziyet haline gelebilir. Doğal düşmanlarla devletiyle birlikte savaş halinde olan bireyin algısına hitap eden propagandalar çoğunluğu ikna edebilir; cüzzamlının lanetli, Yahudi’nin kanı bozuk olduğuna inanan çoğunluk bu etkenleri onlarla savaşmak adına bir motivasyon kaynağı olarak alabilir. Bu da hükümetin ya da karar alıcının meşruiyetinin devam etmesine neden olabilir. Ancak yazarla tartışma, savaşın bir ihtiyaç ya da gereklilik olup olmaması meselesinden çıkabilir. Burada bahsedilen acaba Brahma’nın dininin Hindistan nüfusu gibi bir kalabalığı yönetmek adına kimine göre görece saçma da olsa öğretilerin benimsetilmesi gibi bir gereklilik midir? Yoksa gerçekten devletlerin yaşaması ve meşru gözükmesi için yani dünyanın alışılmış sistemle devam etmesi adına birilerinin düşman olarak yaftalanması, onlara eziyet çektirilmesinin doğru olduğu gerekliliği midir?

Genellikle bu düzenden memnuniyet duyanlar düşman olunanlar değil düşman olanlardır. Shakespeare’in Romeo’sunun deyişiyle yarayla alay edenlerdir. Savaşın ve düşmanı yeniden tasavvur etmenin doğruluğuna inanmak ya da güzellemek meselesi eski çağlarda örneklendirdiğimiz gibi bugün de post-modernizmin de etkisiyle varlığını sürdürmekte, bizi düşmanın kendisiyle değil yalan üzerine kurulu bir düşman portresiyle yüzleştirmektedir. Burada vurgu post-modernizmin yönelimlerine ve beraberinde getirdiği hakikatin önemsizleşmesi konusunadır. Toplumun farkındalık seviyesinin yükselmesi, küreselleşme gibi etkenler de aynı zamanda yaratılan düşmanlara inanmayanların sayılarını -halen azınlık olsalar da- arttırmaktadır. Şayet insanın kendini tanımasının yazarımız gibi bir düşman vasıtasıyla değil de aynadaki yansımasını anlaması, varlığını sorgulaması, öğrenme arzusu ile olabileceği görüşünü savunursak belki de yanlışları meşrulaştırmanın daha zor olacağı yeni bir düzene doğru gidilebileceğini görebiliriz.

Talha Barış Yapıcı

 

[1] Eco Umberto (2011), Düşman Yaratmak, İstanbul: Doğan Kitap, s. 16

[2] Baptiste-Henri Gregoire, Essai sur la régénération physique, morale et politique des juifs, 1788

[3] Düşman Yaratmak, s. 36



Bu içeriğe emoji ile tepki ver
5