Zanka

Kendini göstermek, takdir kazanmak, alkış toplamak üzere imkânlar artıp vitrinler çoğalınca yazmanın büyüsü, yazıyor olmanın verdiği haz değil, yazmak fikri cezbedici oldu.

Vitrini, beğeni toplamayı, şunu bunu aklına getirmeyen için yazmak en başta ihtiyaç. Çünkü beyninde biriken sözcükler kâğıda klavyeye dökülmezse düğüm olup rahatsızlık verecek. Kendi kendiyle yapacağı sohbeti daha belirgin daha düzgün bir formda gerçekleştirme şansından mahrum kalacak.

İsyan içindeyse ve yapılan kötülüğe, söylenen yalana, alenen gerçekleşen talana tüm adiliklere bir çift lafı varsa dilini ısıracak, içine atacak.

En güzeli de yazacağı bir sonraki cümlenin ne olacağı hakkında en ufak bir fikri olmadan girişilen serüvenler. Ortaya ya bir öykü çıkacak ya da koca bir roman.

Gün doğumu, gün batımı, hayatın gizemi, çocuğun saflığı, insanın kiri, Acem kılıcı gibi iki tarafı kesen siyasetin pası, gücün iktidarın çok uzaklardan okunan sarhoşluğu...

Şartlar olgunlaşınca birleşip bir şeyler söyleyecek kopuk kopuk düşüncelerin ağır aksak ilerlemesi ve belki kimi zaman anlamlı bir zemine oturamaması, bunu nasıl yazarsın ne kadar kötü diye kendi kendine yapılan serzenişler ve çoğu kez yine kendine yöneltilen acımasızca eleştiriler...

Aslında her şey ne kadar kişisel, süreç ne kadar şahsi. Bunca karmaşada, bunca çekilen sancıda, havada uçuşan, çözüm bekleyen sorunda; düzen, mantık, şekil, estetik, kural bekleyen cümlelerden sonra her şey hâle yola koyulup ortaya bir yazı bir öykü bir deneme bir roman çıktığında övgü bekleyecek mecal mi kalır?

Onun aklı fikri yine kendine göre oldu mu olmadı mı, bir hata var mı yok muda. Hâlâ kendi kendiyle mücadelede kavgada, başını kaldırıp da yazdım ama kim ne düşünür, kim kızar kim yerer, beğenirler mi beğenmezler mi diyecek durumu mu kalmış?

Oysa yazıyor olma fikrini seven ne rahat. Bu fikre hayran bu fikre âşıkken bu fikirden kopamazken, sergilenmeyi hayal ettiği çeşit çeşit vitrini düşünürken, alacağı iltifatları, ceplerine sığdıramayacağı, neresine istifleyeceğini bilemeyeceği kadar çok beğeniyi hayal ederken, beyninde onu rahatsız edecek kadar çok fikir, kâğıda klavyeye dökmezse düğüm düğüm olup kulaklarında çınlayacak sözcükler birikir mi? Fikir, düşünce, kendi kendiyle kavgalı olma, derin göllere dalıp yüzeye çıkmayı unutma da nedir? Şan, şöhret kucak açmış onu beklerken, dijital dünyada bin çeşit fırsat yağmur olup mağrur başına yağması işten bile değilken.

Gün doğumu, gün batımı, hayatın gizemi, çocuğun saflığı, insanın kiri, Acem kılıcı gibi iki tarafı kesen siyasetin pası, gücün iktidarın uzaktan okunan sarhoşluğu... Şartlar olgunlaşınca birleşip bir şeyler söyleyecek kopuk kopuk cümleler kimin umurunda.

Yazıp bir köşeye atılmış üzerinden yıl geçmesi beklenmiş ham hikâyeler kimin umurunda. Kıymete binenler; herkes bana baksın, beni görsün, beni alkışlasın, beni sevsin ve en önemlisi cebim dolsun meseleleri. Sosyal medyanın yarattığı yeni tür insan sevilip okşanmazsa canlı cesede dönüşüyor. Sözcükleri sevenler kimin umurunda.



Bu içeriğe emoji ile tepki ver
1