Zanka

Şehitlik nedir, bilir misiniz?

Sözlük anlamıyla “Tanık olma”, terim anlamıyla “Allah’ın verdiği nimetlere yakınen tanıklık etme” olan şehitlik, aslında “Öldükten sonra gerçek yaşamı, yani gönüllerde taht kurup unutulmamayı, cesaret ve şecaatte örnek olmayı, haksızlığa ve adaletsizliğe baş kaldırma basiretinde önder olmayı” ifade eder.

Birçok şehit cenazesinde “Şehitler ölmez” sloganına şahit olmuşsunuzdur. Şehitlerin ölmezliği iddia edilirken ne denilmek istendiğini az çok hepimiz biliyoruz. Şehitlerin ölmediğini, tam tersine, onların yaşadığını deklare eden cümlenin kaynağı Kur’an’daki bir ayettir.

Kur’an, şehitlerin ölmediğini söylerken, yine hepimiz biliyoruz ki, elbette şehit dediğimiz kişiler de tıpkı diğer ölüm şerbeti içenler gibi ölmüşlerdir. O halde kutsal metin niçin böyle bir çıkış yapmakta, ölüm ve yaşam sözcüklerindeki zıt anlamı dış âlemde hiç de doğrulatamayacağımız şekilde birbiri içine geçirmekte ve esasında ölmüş kişiler için “Hayattadırlar” iddiasında bulunmaktadır?

Yanıtını vereyim. Çünkü ilahi kitapların dili hitabidir, romantiktir ve bazen paradoksaldır. Yüce davaları insanlığın önüne ibretlik manzara ve gıpta edilecek levha olarak sunan tanrı sözlerinde kimi zaman gerçek olması imkânsız şeyler gerçekmişçesine iddia edilir. Şehitlik konusunda, şehit olanın yaşamını kaybettiğini söylemektense hitabi romantik dili kullanarak, “Hayır, onlar yaşamdadır” manifestosunu ortaya koyar. Bunun gerekçesi, canlılara özel yaşam mekanizmaları ile yaşama ait diğer şartların yok olması sonucunda gerçek ideal yaşamın kaybedilmeyeceğidir. İlahi seslenişle, yaşamın olduğu her ortamda ulu davalara kendini adayanların mütemadiyen hatırlanarak hiç ölmemiş gibi yaşatılacağını hatırlatılır.

İnsanın iç dünyasını aydınlatmayı hedefleyen tasavvufi öğretide de bir söz vardır, “İnsan ölmez, ölen hayvandır” diye. Buradaki hayvan sözcüğü Arapçadır ve “Yaşayan, canlı” anlamındadır. İslam düşüncesinin ufkundaki şahıslar bu sözle “Ölüm denen şeyin yalnızca canlılığa dair belirtileri yok ettiğini, ama alelade canlılıktan sıyrılıp insanlığa terfi edenlerin ise ölmeyeceğini” kastetmişlerdir. Aynı zamanda kimi ölülerin de insanlıktan uzak, idrakten yoksun canlılar sınıfından olduğunu ima etmişlerdir.

İslam tarihinde Kerbela’nın ne olduğunu, Kerbela’nın Şer Bela olduğunu herkes bilir.

Kerbela’nın, Haydar-ı Kerrar (Hz. Ali) neslinin ilk basamağındaki Hüseyin’in şehadetinin, yani hakka yürüyüşünün gerçekleştiği uğursuz bir gündür.

Kerbela, haksızlığa, adaletsizliğe, lüks içinde devlet yönetme biçimine, şatafata, debdebeye, gururlanarak halkı hakir görmeye, saltanatı eline geçirmek için her şeyi mubah görmeye karşı çıkan civanmert yiğidin canlılığını yitirdiği gündür.

Peygamberin ciğerparesinin, cennetin yiğit delikanlısının ve Ebu Zer gibi zulme kılıç çeken hakperest bir genç olan Hüseyin’in unutulmazlığa adım attığı gündür.

Dün olduğu gibi bugün ve her dönemde Yezitler olacaktır muhakkak.

Yezitler saraylarda, şaşaalı mekânlarda oturacak, kehkeşânlar gibi yüksek makamlardan bizi seyredip alay bile edecektir.

Yezitler çoğu kez onlarla yaptığımız amansız mücadeleleri de kazanacaktır.

Yezitler kazandıkları savaşların sarhoşluğuyla bizi yaşamın değerli dinamiklerinden silmenin şımarıklığını yaşam boyu sürecektir.

Yezitler tam:“İşte, yine ben kazandım” derken ve kendisine itiraz edenleri zir ü zeber ettim zannederken yanıldığını görecektir. Zira önceki Hüseyin’lerin cesaretinden, fedakârlığından ve ahlakından beslenen yeni Hüseyinler, yeni yetme Yezitlerin karşılarına dikiliverecekler. Belki yeni Hüseyin’ler de şehit edilecek, yok oldukları sanılacak ama kader ise hükmünü şöyle verecektir, “Yezitler hep olsa da, Hüseyinler tükenmez, çünkü Ali’nin oğlu Hüseyin’deki sonsuzluğa akıp giden dinamik ruh, insanlık var oldukça bitmez.”

Hüseyinleri layıkıyla anlamak sadece Aleviler ve Sünnilere değil tüm mücadeleci güçlere nasip olsun.

Nazif Ay



Bu içeriğe emoji ile tepki ver
2