Zanka

Altmış yaşlarında, uzun boylu, atletik yapılı bir kadın bir şeyler anlatıyor. Sıkılmış ama yine de ilgili görünmeye çalışan genç kasap tamam, diyor. Sohbettin başını kaçırmışım diye üzülüyorum çünkü kadın çok heyecanlı, sıradan bir kasapta nasıl bir muhabbet dönüyor ki deyip meraka düşüyorum. Ağırdan alıp kulak kabartıyorum.

Kadın: “Artık buraya geleceğim, sen de bana düzgün et vereceksin.” deyip gayretle çantasına davranıyor. Öyle muzaffer öyle iş bitirmiş bir hâli var ki söz konusu yer bir kasap değil de göğü delen plaza olsa, kadının üzerinde günlük sıradan giysiler yerine şık bir etek ceket, pahalı bir ayakkabı ve çanta olsa, onu milyon dolarlık iş bağlamış üst düzey şirket yöneticisi sanırsınız. Fakat konu et, yer mahalle kasabı. Halbuki bu kadar çırpınıp çabalamasına gerek yok. Genç kasap da bu sebeple yüzüne sahte tebessümü zoraki kondurmuş, içinden sıkıldım artık yeter, diyor. Çünkü her et ayrı şekilde fiyatlandırılmış kıyma, kuşbaşı, antrkot vesaire. Parasını verip istediğiniz kısımdan alabiliyorsunuz. Eğer eti hazırlarken fazladan muamele gösterip ona şarkı söyleyerek iltifat edecekse başka. Et aynı et, fiyatlandırma standart. Kasapla iş bağlamanız, tanıdık olmanız, sıcak ilişkiler geliştirmeniz manasız hatta saçma.

***

Adam hasta, başı dönüyor, ayağa kalktığında bir adım atmakta dahi zorlanıyor. Derhâl doktora gitmesi gerekiyor. Fakat ne mümkün, doktora hastaneye değil de bir büyük sefere çıkılacakmış misali ön hazırlıklara girişiliyor, dört yana keşif kuvvetleri salınıyor. Hangi doktor iyi, hangisi huysuz, hangisi konuşkan, hangisi güleç, hangisi muayene ettikten sonra hastanın sırtını sıvazlıyor... Tanıdıklar aranıp tanıdıkları doktor olup olmadıkları, yoksa araya adam sokup sokamayacakları soruluyor. Ancak tanıdığın tanıdığı doktor bulunduktan sonra hastaneye gitmek üzere harekete geçiliyor. Pek tabii evvelden, doktor tanıyan, aracı olan eşe dosta bir teşekkür edildikten, minnet duyulduktan, dua edildikten, bir küçük hediye aldıktan ya da gelecekte bir fırsat düşerse ben de onu kollarım planı yapılıp hafızaya not düşüldükten sonra.

Doktora gidilir, eller ovuşturulurken sanki kalesi zapt edilmiş komutan misali ne olur merhamet edin tavrı ile boyun bükülür. Biraz korku, biraz endişe çokça fazladan bir şeyler koparma isteği vardır. Fakat doktor bu, tefeci değil ki pazarlığa oturasınız. El kaza tanıdık doktor bulamadınız diyelim, gittiğiniz kişi ben bunu tanımıyorum, dur yanlış tanı mı koyayım, diyor. Ya da tanıdığınız doktor, ben bunu tanıyorum, dur şöyle onun seveceği, mutlu olacağı bir tanı mı koyayım, diyor. Hangi doktor teşhis ve tedavi konusunda kişiye özgü tavır belirler, yancı olur. Olmaz değil mi. Ne saçma şey.

Öyle ise her işte “adamcılık” kurumunu bugün olmuş niçin hâlâ yıkıp yok edemiyoruz. Toplum olarak geçmişte kötü muamele görmüş, istismar edilmiş, aldatılmış, dolandırılmış hatta işkenceye maruz kalmış bir birey davranışına sahibiz. Karşımızdakine itimat edemiyor, onun kötü niyetli olduğunu varsayıyoruz. Niçin böyle düşünüyoruz, yoksa aslında biz böyle olduğumuz için mi? Aklımızdan ne geçiyor, bilinçaltımızda ne yatıyor, kasap olsam at eti satarım, doktor olsam sağlam bacağı keserim mi? Ya da kurumların işleyişine, toplumun genel mizacına duyduğumuz güvensizlik mi? Belki de henüz toplum olma bilincine sahip değiliz, kurallara otoriteden ceza almamak için uyuyor, vatandaşlık şuuru geliştiremiyoruz. Tanıdık doktorla tanıdık kasap peşinde koşmaya devam ediyoruz.

 

 

 



Bu içeriğe emoji ile tepki ver
22