Zanka


Notice: Undefined offset: 0 in /var/www/vhosts/zanka.com.tr/httpdocs/icerik.php on line 210

Notice: Undefined offset: 0 in /var/www/vhosts/zanka.com.tr/httpdocs/icerik.php on line 211

Notice: Undefined offset: 0 in /var/www/vhosts/zanka.com.tr/httpdocs/icerik.php on line 211


Notice: Undefined offset: 0 in /var/www/vhosts/zanka.com.tr/httpdocs/icerik.php on line 213

Notice: Undefined offset: 0 in /var/www/vhosts/zanka.com.tr/httpdocs/icerik.php on line 214

Notice: Undefined offset: 0 in /var/www/vhosts/zanka.com.tr/httpdocs/icerik.php on line 215



Notice: Undefined offset: 0 in /var/www/vhosts/zanka.com.tr/httpdocs/icerik.php on line 242

Notice: Undefined offset: 0 in /var/www/vhosts/zanka.com.tr/httpdocs/icerik.php on line 243

Notice: Undefined offset: 0 in /var/www/vhosts/zanka.com.tr/httpdocs/icerik.php on line 243

Aşağıdaki hikaye, 1 Mayıs 1977 olayının temsili olarak anlatılmasıdır. Hikayedeki kahramanlar, 1974 – 2002 yılları arasında beş kez Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı görevini üstlenen Bülent Ecevit ve Tekstil İş Sendikası Genel Başkan Yardımcısı arasında geçmiştir. 1 Mayıs’ı anmak için okuyacağınız bölümde, aynı yıl yapılan genel seçimlerde CHP’nin iktidara gelmesi de yazılmıştır…   

“Sayın vekilim, oranın atmosferini size nasıl anlatsam, inanın hiç bilemiyorum!” Bu öylesine korkunç bir olaydı ki! Bu bir katliamdı ve izleri de silinecek gibi değil! Binlerce kişi oradaydık ama sonradan öğrendik ki 500 bin kişi varmış alanda. Beklenmedik bir kalabalık vardı. Açıkçası bu kadar beklemiyorduk. Halbuki oraya güle oynaya gitmiştik. Biz Tekstil Sendikası olarakyüz kişiyi aşmıştık. Üyelerimizin çoğu kadın bizim, biliyorsunuz. Hazırlıklarımızın hepsini eksiksiz yapmış olmanın huzuru ve coşkusu içindeydik. Arkadaşlarımız günler öncesinden çalışmalara başlamıştı. İşçilerimiz o hazırlıklarla çok yoruldu diye üzülürken başımıza bu geldi! Biz Unkapanı’ndan yola çıkmıştık. Görevliler 15 bin kişiydi. Zincirin bir tarafı Taksim’de bir tarafı da Unkapanı’ndaydı, düşününün! Polisin dediği gibi yasadışı pankart falan da yoktu. Olmasına imkan da yoktu çünkü alana aranarak girmiştik. İşçi sınıfına ait simgeler de vardı elimizde; başta bayrağımız, parti bayrakları ve yiyecek olarak da ekmekle su almıştık yanımıza. Onlar bizim simgelerimizdi çünkü. Saat 16.00 gibi alandaydık vekilim. Öylesine bir coşku vardı ki, sanatçı, aydın ve ilericiler de oradaydılar.”

Bülent Bey, ahizenin diğer ucunda dinliyordu sendikacının anlattıklarını. Yüzündeki endişe ve kederin izleri yaşanılan karanlık günlerin yansıması gibi oturmuştu yüzüne.

“Vekilim, DİSK Başkanı Kemal Bey o konuşmasını yaptıktan sonra, ‘Dostlar burası 1 Mayıs alanı olsun mu?’dedi ve hemen sonra kalabalığın ‘Olsun!’ sesi yükseldi. Hemen sonrasında o korkunç ateş sesiyle irkildik. Daha sonra bir diğeri… Bu iki el silah sesi olayın başlangıcıydı. Sonradan anladık ki ateş açılan yer Sular İdaresiymiş, düşünsenize! Sonra da alandaki otelin en üst katından silah atışları başladı. “Arkadaşlar paniklemeyin, alanı terk etmeyin!” sesi öylesine derin geldi ki kimden ve nereden geldiğinden emin değilim. Ardı ardına silah sesleri ve kulakları tırmalayan feci bir siren sesi girdi devreye. Herkes panik ve çığlık çığlığa koşuşturmaya başladı. Bir anda beliren beyaz bir otomobilin penceresinden rastgele ateş açıldığı gördüm az öteden. Bu arada hedeflenen Kemal Bey de kürsüsünün altında kendini korumak üzere yere yatmıştı sanırım. Vekilim, asıl tuhaf olan bu ateş seslerinden saniyeler sonra panzerlerin alana girişiydi. Ne vakit alana girip su sıkmaya başladılar, anlayamadım. Olacak şey değil! Hala aklım almıyor!”

“Olacak şey değil!” diyerek olaya tepki gösteriyordu Bülent Bey.

Sendikacı ise olayı anlatırken, beti benzi atmış halde konuşmasına devam ediyordu:

“Panzerler çıktı, hem ateş ediyorlar hem de su sıkıyorlardı. Göz göre göre bir kadını ezmiş panzerin biri. Ben görmedim ama bana anlattılar. Panzer rastgele bir sürüşle geliyordu insanların üzerine. Yerlerde pankartlar, ekmek, su ve her türlü simge vardı o güne ilişkin. ‘Faşizme karşı omuz omuza’ pankartları yerlerde sürünüyordu. Keşke sadece pankartlar olsaydı yerlerde; yatıp çaresiz kıvranan insanlar vardı. Ellerinde ekmeklerle işçiler… Bu kabus ne zaman bitecek diye düşünürken bir grup insanın Kazancı Yokuşu’na doğru tırmanmaya başladığını duydum. Biz de o tarafa doğru ilerlemeye başlayıp iki yaralıyı bizim arabaya zar zor bindirebildik. Orada da kalabalık kah birbirini ezerek kah birbirinden kurtulmaya çalışarak bir can pazarı yaşanmıştı adeta. Hatta çoğu kişi orada can vermiş. Bir de otuz kişinin öldüğü söyleniyor. Ama bence rakam daha fazla vekilim.”

Heyecanla olayı anlattıktan sonra derin ve içli bir nefes alarak bir süre sustu Tekstil İş Sendikası Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Bey. Konuşurken birkaç saniye soluklandığından, kendisini dinleyen vekil sadece, “İnanılacak gibi değil!” diyebiliyordu.

“Bunun bir provokasyondan başka bir şey olmadığını düşünüyorum vekilim. Siz ne diyorsunuz?”

“İnan dünden beri ne diyeceğimi bilemiyorum kardeşim. Bu işin içinde elbet bir iş var! Peki, sizinkilerden bir kayıp var mı?” diye sordu Bülent Bey.

“Bizim sendikadan ezilmelerle yaralananlar olmuştu. Arkadaşlardan on yedi kişi yaralıydı, arka arkaya arabalara koyduk hastanelere götürmek üzere. Ne yazık ki birinin vefat haberini aldık bugün” dedi Süleyman Bey, sesi titreyerek.

Olayın ertesi gün telefonda yaptıkları bu konuşmada, Bülent Bey şaşkınlığını ve olaydan dolayı duyduğu dehşeti belirten kısa tümceler kurabilmişti ancak. O, 1 Mayıs günü Ankara’daydı ve yaşanan dehşet anlarının akabinde bilgi almıştı. Ama en fazla açıklığıyla bilgi aldığı kişi, sendika başkan yardımcısı olmuştu. Birkaç gün sonra alınan haberlere göre, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nda insanca bir davranışla haklarını korumak adına bir araya gelen emekçi ve işçilerden 37 kişinin öldüğü, iki yüze yakın yaralının olduğu ortaya çıktı. Bülent Bey, “Ne olursa olsun bu olayın failleri bulunacak” derken, olaydan altı gün sonra İzmir’de yaptığı ve asıl konunun “1 Mayıs olayları” olduğu konuşmasında, devlet içinde demokratik hukuk devletinin dışında yer alan bazı örgütlerin kontrol altına alınması gerektiğini, bu örgütlerin 1 Mayıs’ta da parmağı olduğunu belirtmişti. Bülent Bey, kontrgerillanın varlığına ilk o zaman dikkat çekmişti. Bu olaydan yaklaşık bir ay sonra yapılacak seçimler için daha bir canla başla çalışıyor, tek başına bir hükümet kurabilmenin umudunu taşıyordu artık. Çünkü şiddet, kaos ve gerginlik memlekette kol geziyordu. Hatta günden güne derecesini artırıyordu. Dönemin iktidar ortaklarının geçen zaman içindeki suskunluğu, onu içten içe çıldırtıyor ve seçimlere daha hırsla hazırlanmasına sebep oluyordu.

1 Mayıs’ta yaşanan katliamın acısı henüz tazeyken, o kanlı mayısın son günlerinde, üstelik tam seçim çalışmaları sırasında kendisine bir suikast daha düzenlendi. Bu, aynı yıl içinde uğradığı üçüncü suikast girişimiydi. Biri seçim otobüsünde diğeri de yine seçim hazırlıkları sırasında Güneydoğu’da yaşanmıştı. Hatta yaralanan sekiz kişinin arasında, partili bir Tunceli Milletvekili de vardı. İşte bu ortamda büyük bir gerginlik içindeyken hem seçim çalışmaları yapılmaya çalışılıyor hem de can pazarı yaşanıyordu. Ülkenin güvenlik güçleri art arda yapılan saldırıları ve bir politikacıya silah sıkılmasını önleyemeyecek kadar yetersiz duruma düşmüştü. Bülent Bey buna tepki olarak, “Bir avuç eşkıyanın kurşun sıkmasını önleyemezseniz cezasını çekersiniz. Ben buradayım, öldürürlerse beni de öldürsünler” diyerek meydan okumuştu. Ona önceden suikast ihbarları gitmiş olsa da o çekinmiyor ve neredeyse ölüme “merhaba” diyebilecek cesareti gösteriyordu. Çevresindekiler, başta eşi Rahşan Hanım olmak üzere tüm partililer ve dostları, Bülent’i bu konuda daha dikkatli olması yönünde uyarıyorlardı. Ama o yine de gözünü budaktan sakınmıyordu. Nitekim İzmir’de yapılacak miting hazırlıkları öncesinde maruz kaldığı o suikast girişimi her ne kadar başarısız olsa da ülkenin karanlık günlere doğru gittiğinin bir işaretiydi. Bülent Bey, “Bana bir şey olmasa da ülkeye bir şeyler oluyor, hem de kötü şeyler…” diyerek tepkisini ve endişesini dile getiriyordu. Hatta bir keresinde yine bir miting öncesinde, kendisi dönemin Başbakanı Süleyman Bey tarafından bir saldırıya uğrayabileceği yönünde uyarılmıştı. Takvim yaprakları 1977 yılının 3 Haziran gününü gösteriyordu. Seçimlere tam üç gün kalmıştı. Başbakanın uyarısından dolayı halkına karşı sorumluluk hisseden Bülent Bey, miting günü alana gitmeye karar vermekle beraber öncesinde bir açıklama yapmıştı:

“Söz verdiğim saatte ben orada olacağım ama mitinge kimseyi çağırmıyorum!”

Buna rağmen o gün Taksim’deki miting alanı görülmeye değerdi. Konuşmasını yapmak üzere kürsüye çıktığında yer yerinden oynayacak kadar kalabalık ve alkışla karşılaştı. Bu, onu daha çok umutlandırmıştı. Seçimlerde zaferi kazanacakları yönünde büyük bir umut ışığı vardı alanda. Orada toplanan halk, yaklaşık bir ay önce gerçekleşen katliamı kınıyor ve Bülent Bey’in partisi CHP’nin önderliğinde kurulacak bir hükümetin, ülkedeki kardeş kavgasına son vereceğini düşünüyordu. Miting alanından da anlaşılacağı gibi üç gün sonra yapılan seçim, CHP Lideri’nin başarısıyla sonuçlanmıştı. Şimdi vakit, miting meydanlarından zafer çığlıkları atarak halka müjdeyi verme vaktiydi. CHP’li seçmende ise büyük bir coşku vardı.

“Vekilimiz ve yeni Başbakanımız tek başına iktidar müjdesi verdi! Duyuyor musunuz?”

“Şükürler olsun Allah’ıma! Ezici bir çoğunlukla tek başına iktidar oluyoruz sonunda!”

“Evet, bu partimizin tarihinde bir ilk! Haber bülteninden duydum, yüzde 42 ile çoğunluktayız.”

“Halkçı Başkan! Sen çok yaşa!”

 

“Mozaik” kitabının 1. bölümü olan ve Bülent Ecevit’i anlatan ‘Nostaljik’ bölümünden alıntı yapılmıştır.  

 



Bu içeriğe emoji ile tepki ver
2