Kur’an’da çok eşliliğin emredilmediğini, tavsiye de edilmediğini ve hatta ruhsat da verilmediğini söyledim, söylüyorum.
Kur’an’ın indiği “toplumda” çok eşliliğin olması ve onun dönüştürücü ilk örnek olarak Kur’an metnine de girmiş olması emir, tavsiye veya ruhsat verildiği anlamına gelmez.
Tıpkı kölelik, cariyelik, içki veya zengin-yoksul uçurumuna dair dönüştürücü hükümler getirmesi gibi çok eşlilik ile ilgili olarak da “tek eşe” doğru gelişen bir seyir vardır ve yerleştirilmeye çalışılan kesinlikle budur…
***
Bu görüşlerimi başlıca üç gerekçeye dayandırmaktayım:
1- Nisa 129. ayetle çok eşliliğin “emredilmediği” ve emredilemeyeceği ortaya çıkar. Çünkü Allah güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize emretmez. Buna kelamcılar teklif-i ma la yutak derler;
“Kadınlar arasında adaleti sağlamaya asla güç yetiremezsiniz.” (Nisa; 129).
Bu bütün erkekler için geneldir. Herkesi kapsamaktadır.
Şimdi, burada soru şu: Allah adaletsizliğin olacağını te’kid-i nefy istikbal (len testati’û) ile yani ‘gelecek bütün zamanlar boyunca güç yetirmeniz mümkün değil’ diyerek uyardığı bir şeyi başka bir yerde emreder mi?
Emretmez!
Bu nedenle hicri 4. yüzyılda yaşamış olan Kadi Abdülcebbar (öl. 415/1025), bu ayetin, erkeklerden çok eşlilik teklifini düşürdüğünü söylemiştir. Artık ne böyle bir emir, ne de böyle bir teklif vardır. Ayetin geri kalan kısmı ise yukarıdaki “dönüştürücü ilk örnek” kapmasındadır.
2- Çok eşlilik “ruhsatı” çıkarılan ayete bakalım:
“Yetimlerin mallarını verin. Temiz olanı pis olanla değiştirmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza karıştırıp yemeyin. Çünkü bu büyük bir günahtır. Yetimlere haksızlık yapmak istemiyorsanız o beğenerek (aldığınız) kadınlardan dörder, üçer, ikişer (azaltarak) evlenin. Adaletsiz davranmak diye bir endişeniz/korkunuz varsa teke (indirin) veya yanınızda esir düşmüş olanla (evlenin). Bu ilave yapıp durarak haddi aşmamanız bakımından daha hayırlıdır.” (Nisa; 2-3).
Kanımca ayetin doğru çevirisi bu şekildedir.
Buradaki sorular da şunlar:
Çok eşliliğe ruhsat verildiği söylenen ayete girişte neden üç kez “yetimlerin malı”denmektedir? Dahası neden “verin” (fe’tû) ve “yemeyin” (la te’kulû) denmektedir? Bunların çok eşlilikle ne alakası vardır?
Bu soruların cevabını en klasik kaynaklardan birsinde geçen şu rivayette çok açık bir şekilde görüyoruz:
“İkrime’den gelen rivayete göre o şöyle demiştir: Bir adamın yanında hem hanımları, hem de yetimler bulunurdu. Kendi malını hanımlarına harcayıp, hiç malı kalmayarak muhtaç duruma düşünce, bu sefer hanımlarına yetimlerin malını harcamaya başlar. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak “Zevceler çok olduğu zaman eğir yetimler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, biliniz ki, bu korkunun yok olması için dörtten fazla kadın nikahlamanız size haram kalınmıştır. Dört kadının hukukuna riayet edememekten korkarsanız, o zaman bir kadın kafidir.” buyurmuştur. Allahu Teala burada fazla tarafı yani dördü; eksik tarafı yani biri zikretmiştir. Böylece de bu iki sayı arasındaki sayılara dikkat çekmiş ve adeta “Eğer dörtten korkarsanız üç; üçten korkarsanız iki; ikiden korkarsanız bir hanım size yeter demiştir. Bu en uygun görüştür. Buna göre Allah Teala, çok kadınla evlenmesi halinde daha fazla harcamada bulunmak zorunda kalacağından, bu sebeple de yetimin malına el uzatması muhtemel olacağından, veliyi çok kadınla evlenmekten sakındırmıştır.” (Razi; Tefsir-i Kebir; c. 7, s. 328).
Görüldüğü gibi konu “yetimlerin malı” ile ilgilidir. Zaten çok eşliler vardır -ki bunu için ayet gelmesine gerek yoktu örfen caizdi- Onları geçindirmek sorun olunca yanlarındaki yetimlerin malına yöneliyorlar ve onların malı ile hanımlarını geçindirmeye kalkıyorlar. Ayet tam bu anda geliyor ve “Yetimlerin malını verin. Onların malını kendi mallarınıza katarak yemeyin” diyor.
Bundan mütevellit sorun yaşadıkları “çok eşlilik problemine” değiniliyor ve “Yetimlere böyle haksızlık yapmaktan korkuyorsanız onların malına el uzatmayın, aldıklarınızı geri verin, onlara kendi malınız gibi davranamazsınız” deniyor. Peki, “Bu durumda bu kadar çok kadını nasıl geçindireceğiz?” diye sorarsanız, “Önce dörde indirin bakalım, sonra üçe, sonra ikiye hatta bire kadar… Veya yanınızdaki esir kadınlardan biri ile evlenin. O zaman sıkıntıya girmezsiniz. Bu, ilave yapıp durmaktan kaynaklanan haksızlıkların bir daha olmaması için sizin daha uygundur” deniliyor.
Buna “ruhsat” deniyorsa ruhsatın ne olduğu bilinmiyor demektir.
Ruhsat sıkışana verilir.
Domuz eti yemek gibi bir şey önce yasaklanır fakat zaruret hali (açlıktan ölüm gibi) olunca ruhsaten izin verilir ve açlık giderilinceye kadar yiyebilirsiniz denir.
Aynen böyle, burada da önce çok eşliliğin yasaklanmış olması, sonra bir zaruret halinin ortaya çıkması, örneğin erkeklerin “tek eşle yetinememe” gibi bir sorunlarının ortaya çıkması, ortada dulların yetimlerin kalması, bunun son sınırlarına dayanması, artık çaresiz iki, üç, dört kadınla evlenmenin açlık gibi bir zaruret halini alması gerekir.
Böyle bir zaruret yok ki? Zaten çoğu çok eşli. Toplum poligaminin (çok eşliliğin) yaygın ve legal olduğu bir toplum. Savaşlar olmuş, Bedir’de, Uhut’da dullar ve yetimler ortada kalmış, bir Arap örfü olarak onlarla zaten evlenilmiş, yetimler yanlarına alınmış, bütün bunlar olmuş…
Ayet bunların yarattığı sorunları çözmeye geliyor.
Çok eşliliğin yaygın olduğu bir topluma hitap ediyor.
Köleci bir topluma her fırsatta köleleri azat edin, zengin-yoksul uçurumun had safhada olduğu bir topluma verin, infak edin, eşitlenin dendiği gibi, çok eşli olan bir toluma da güç yetiremezsiniz, azaltın, teke indirin deniliyor.
Yukarıda İkrime rivayetinde geçtiği bir “bir” (vahid) dışındaki bütün sayılar, buna gelmek içindir. Başka bir tabirle tarihseldir, evrensel olan “bir” veya “tek” eşliliğin yerleştirmesi ve yaygınlaştırılmasıdır.
Eğer ruhsat olacaksa bu fıkhî tabirle “örfen” caiz olur, “şer’an” caiz olmaz.
Çünkü Kur’an gelmeden önce de örfen (Arap geleneğinde) çok eşlilik vardı. Kur’an’dan izin alarak bunu yapmadılar. İzin almaları da gerekmiyordu, yürüyen bir toplumsal akıl ve örf vardı. Ama Kur’an bunun haksızlıklara yol açtığını görünce müdahale etti ve yönlendirdi.
Nereye doğru yönlendirdiği ise ortadadır.
Bizim için evrensel olan bu yönlendirmedir. Gerisi tarihsel olmak durumundadır.
3- Yine Ahzab suresinin 52. ayetinde “Bundan sonra kadınlar sana helal olmaz” denilerek çok eşlilik yolu kapatılmıştır. Artık çok eşlilikler geride kalmıştır. “Bundan sonra” gidişat tek eşliliğe doğru olacaktır. Hükümler geriye doğru işlemeyeceğine göre biz “Bundan sonra” sından sorumluyuz. Nitekim Peygamberimiz “Bundan sonra” bir daha hiç evlenmemiştir.
***
Bugüne gelince, toplumda “imam nikahı” veya “metres” diye bilinen soruna çözüm bulmak için çok eşliliğin yasal hale gelmesi fikri Kur’an’ın yönlendirmesine uygun düşmemektedir.
Öncelikle imam nikahı ve resmi nikah ayrımına son vermek gerekir. Müftülere nikah kıyma yetkisi verilerek bu sorun çözülebilir. Nasıl olsa müftü de, belediye memuru da kamu görevlisidir. Vatandaş dualarla nikahını kıyar ve ayrıca bir imama gitmeye gerek kalmaz. Böylece her ikisi bir nikahta birleşmiş olur.
Öte yandan son zamanlarda giderek artan özellikle muhafazakâr çevrelerdeki ikinci, üçüncü, dördüncü eş muhabbetini iyi analiz etmek gerekir.
Bunların zenginleşmeyle yakından alakası vardır.
Neden ayın sonunu zor getiren memurlardan, işçilerden böyle bir talep gelmiyor da, belediye çevrelerinden, zenginleşen dini cemaat ortamlarından geliyor?
Eğer bunlar kendilerine iyilik etmek ve Allah katında makbul bir kul olmak istiyorsa, ikinci, üçüncü eş arayacaklarına yoksul bekarların evlendirilmesine katkı sunsunlar. Biriktirdiklerini heva ve heves yolunda harcayacaklarına ve de buna dini kılıf bulmaya çalışacaklarına infak etsinler, maddi imkansızlıklar nedeniyle evlenemeyen bir çok erkek ve kız var.
Eline para geçince hemen etrafta ikinci, üçüncü eş mi aramak lazım?
Metres tutanlar zaten malum, bunun dinisini yapmak da ne oluyor?
Aklı “zamparalıktan” başkasına çalışmayan kimi muhafazakârlar, böyle yapmakla kendilerini de ailelerini de helak etmekten başka bir iş yapmıyorlar.
“Himayemize alıyoruz” diyen muhafazakâr zenginlerin, bu himaye, neden hep kendi yataklarından geçiyor?
Neden imkanı olmayanları evlendirip, kendilerine “kardeş aile” yaparak himayelerine almıyorlar.
Onca bekar dururken neden kızlar ve kadınlar bu sonradan görme zamparaların ikinci, üçüncü eşi olmak zorunda bırakılıyor?
Neden erkeklerin elinde bu kadar para birikiyor da kadınlar zayıf, güçsüz, çaresiz ve zebun halde…
Kur’an, “İçinizden bekarları, boyunduruk altında olanları, çaresiz kızları evlendirin” (Nur; 32) diye “emrettiği” halde ve bu önce zenginlere, sonra topluma ve hatta devlete asıl bu farz olduğu halde neden çok eşliliğe emir, tavsiye, ruhsat ve yasallık aranıyor?
***
Öyle görünüyor ki “Muhafazakâr zamparaların” yeni icadı, ikna odaları… “Aile danışmanı”veya “yaşam koçu” adı altında bir takım sertifikası bile olmayan “türbanlı” bayanlar, özellikle Başakşehir başta olmak üzere Muhafazakâr zamparaların yoğun olduğu muhitlerde ikna toplantıları düzenleyerek, böşörtülü hanım ve genç kızları ikinci, üçüncü eş olmaya ikna etmeye çalışıyor. Bu iş karşılığında da yüklü paralar aldıklarını öğrendiğim bu kişiler işin ne noktalara vardırıldığını göstermesi bakamından hayli çarpıcı.
Zamparalığa dini kılıf da hazır: “Kur’an’da var…”, “Peygamberimiz de çok eşliydi.” Hatta eğer kızın yaşı küçükse “Peygamberimiz de küçük yaşta kızla evlenmişti…”
Bunlar yedikleri haltlara dini kılıf bulmayı pek iyi becerirler.
İşçileri işten atarlar “İslam’da grev yok, sendika caiz değil”diye, ardından fetvaları gelir.
Kaşânelerde otururlar “İmam- A’zam da Bağdat’ın en iyi evinde otururdu” derler.
Jeep’e binerler “Peygamberimizin devesi de en pahalı develerdendi” derler.
Dini zengin eğlencesi haline getirenlerin son marifeti zamparalıklarına “Çok eşlilik Kur’an’da var” diyerek dini kılıf bulmak.
Şarttı, ruhsattı, tarihseldi tınmıyorlar bile.
“Şecere-i huld (son sınırına kadar toplama) ve mülk-i la yebla (yıkılmayacak bir mülk)” hırsının mücahidlikten müteahhitliğe terfi edenleri ne hale getirdiğini görün…
Var gücümle bunların karşısına dikilmeye devam edeceğim.