Bu yazımda sizlere İslam’da savaş ile ilgili kavramlardan bahsetmek istiyorum.
Bunlar fetih, cihad ve şehit kavramları. Malumunuz bu kavramlar çokça kullanılıyor. Fetihle, cihadla ve şehit olmakla ilgili bir sürü sözler duyuyorsunuz.
Acaba bu anlatılanlar Kur’an’da ele alındığı şekliyle kitaba ne kadar uyuyor?
Örneğin bir harekat düzenleniyor, ”Fetih Harekatı” deniliyor. Ardından Camilerde selalar veriliyor. Mesela Afrin’in Fethi deniliyor. Viyana’nın Fethi, Selanik’in Fethi, Kırım’ın Fethi… Genellikle Osmanlı Tarihi kitaplarında ve İslam Tarihi kitaplarında bu kavramı çokça duymuşsunuzdur.
Fetihçi bir anlayış ve fetihçi bir zihniyet var. Bunun Kur’an’a uyup uymadığını sizlere göstermeye çalışacağım. Fetih ile başlayıp, cihad ve şehit nedir bununla bitireceğim. Buradan Kur’an’ı kendi yayılmacı emelleri ve kendi işgalci hayalleri için nasıl istismar ettiklerini göreceksiniz.
İlk olarak fetih ne demek?
Kelime anlamı itibariyle; açmak, açılış demek. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in açıldığında ilk suresi Fatiha suresidir ve açılış demektir. Açılış yapmak Kur’an’ın kendisi ile açıldığı sure anlamında Fatiha suresi deniliyor. Fatih kelimesi de; açan, bir yeri açan demektir.
Peki bu nasıl oluyor da bir yeri işgal etmenin kavramı haline dönüşüyor?
Kur’an-ı Kerim’de Fetih suresi vardır. Fetih suresi Hicret’in 6. yılında Hudeybiye Anlaşması’ndan sonra gelmiştir. Hudeybiye Anlaşması Peygamberin Mekkeli müşriklerle yaptığı bir anlaşmadır. Bu anlaşmaya göre; on yıllığına ateşkes ilan edilecek, silahlar bırakılacak, karşılıklı herhangi bir savaş yapılmayacak ve birbirlerinin düşmanlarına destek çıkılmayacak idi. Dolayısıyla Hudeybiye Anlaşması bir Barış Anlaşması olarak imzalandı. Kur’an’daki Fetih suresi ise bu anlaşmadan sonra gelmiş bir sure idi. O nedenle sureye Fetih dendi ve Peygambere hitaben ‘‘biz sana apaçık bir Fetih verdik” diye hitap edildi. Yani Fetih Suresi bu anlamda; başlatılan barış sürecine isim olarak veriliyor, ” biz sana apaçık bir Fetih verdik” diyor.
Bu ne demek?
”Biz sana Hudeybiye Anlaşması’nda on yıllık Barış Antlaşması imzalamanı sağladık” demektir. Şu halde fetih, Kur’an’a göre barışa açılma/barış süreci demektir. Barışa yönelik açılım yapmak, barışın kapılarını aralamak, silahları bırakmak, savaşmamak, insanlar arasında kapılar açmak ve köprüler kurmak, barışı sağlamaya yönelik kapıları ardına kadar açmak anlamında kullanılıyor. Yani şu anda dini dünyada yaygın olarak kullandığının tam aksi anlamda kullanılıyor Kur’an’da fetih.
Dini dünyada fetih yaygın olarak savaşçılık anlamında kullanılır. Mesela, Viyana’nın Fethi, Kırım’ın Fethi diyor. Yani bu anlayışa göre gidiyorsunuz, fethetmek istediğiniz bir ülkeyi veya bir şehri önce uyarıyorsunuz, diyorsunuz ki ”Önünüzde üç şart var; Bir, Müslüman olun. İki, bize haraç verin yani para verin. Üç, bunu da kabul etmezsiniz kılıç. Eğer kılıç zoruyla sizi yenersek erkekleriniz köle, kadınlarınız da cariye olacak.” Bu üç şarttan birisini kabul edin diye durduk yere, her hangi bir ülkenin veya şehrin yönetimine, kalenin komutanına, ülkenin liderine bir elçi gönderiyorsunuz. Bunları şart olarak İleri sürüyorsunuz.
Bunu Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar uygulamış. Buna İslam’da Savaş hukuku diyorlar. Külliyen Kur’an’a aykırıdır. Kur’an’da böyle bir şey kesinlikle yoktur. Hiçbir şekilde Ku’ran’a uygun bir yaklaşım değildir ve bunu asırlarca uygulamışlar. Nitekim bu çerçevede oluşmuş savaş fıkhından etkilenen ve eski çağlarda yazılmış kitapları okuyarak İslam’da Savaş hukukunun bu olduğunu zannederek bir sürü fetih adı altında savaş yapılmıştır. Örneğin İŞİD’çiler gidip Musul’u ele geçiriyor ve orada inanmayanları öldürüyor, kadınları cariye yapıyor, pazarlarda satıyor. Bunlar da buradan etkileniyorlar. Bunun Kur’an’daki fetih anlayışıyla uzaktan yakından alakası yoktur.
Şu halde fetih esasında ”silahları bırakmak” demektir. Fetih suresi bir yeri ele geçirme, bir yere askeri harekat düzenlendiğinde değil askeri harekat sona erdiğinde, silahlar sustuğunda, Barış Antlaşması imzalandığında okunması gereken bir suredir. Gel gör ki kendini dindar-muhafazakar zanneden bir iktidarın mensupları, bir yere askeri harekat düzenleyince Camilerde Fetih Suresi okutturuyorlar. Binlerce Fetih Suresi okutularak, harekat güya manevi desteği sahip oluyor. Halbuki bu kesinlikle yanlış bir uygulamadır ve Kur’an’la hiçbir alakası yoktur. Tam tersi eğer bir yerde barış imzalansaydı o zaman Fetih Suresi okunabilirdi. Kur’an’daki fetih kavramı tam anlamıyla böyle.
Bir de bununla beraber cihad var. Cihad, cehd demek, cehd çaba sarfetmek demek. Mesela içtihat da bu kökten gelir. Yargıtay içtihatları diyoruz. Yani mevzuyu çözmek için o konu üzerinde yoğunlaşmak, konsantrasyon sağlamak ve o konuyu çözüme kavuşturmak için çaba sarf ediyoruz, cehd ediyoruz demektir. Silahla, öldürmekle, kan dökmek ile bir alakası yoktur. Allah yolunda cihad etmek demek; ezilenler, yoksullar, çaresizler, zulme uğrayanlar, mazlumlar için ve onların kurtuluşu için çaba sarf etmek demektir. Çünkü Kur’an’da sosyal içerikli ayetlerin tamamında Allah yerine ezilenler, yoksullar, mazlumlar, çaresizler kavramını koyduğunuz zaman anlam değişmez. Allah, onların sembolik manevi ifadesi olarak kullanılır.
Dolayısıyla cihad; bir bölgede baskıyı ortadan kaldırmak, zulme son vermek ve adalet, özgürlük ortamını sağlamak için her türden yapılan çaba, sözd, yazı, konuşmadır. Hatta diplomatik görüşmeler bile bir baskıyı ortadan kaldırmak ve barışı sağlamak için yapılıyorsa cihad sayılır. Bunun eline silahı alıp, insanları Müslüman yapmak için dünyada fethe çıkmakla hiç bir alakası yoktur. Zaten İslam’de böyle bir şey yasaklanmıştır. İslam’da savunma dışında savaşa izin yoktur.
Peygamber, on yıl boyunca Medine’de oluşturmuş olduğu ”kardeşlik ve barış toplumunu” savunmuştur. Peygamber Medine’ye gelince, bugünkü tabirle demokratik, konfederal, çoğulcu sistemi kurmaya çalışmıştır. Çünkü Peygamberimiz Medine’de Yahudilerle, Hristiyanlarla, inanmayanlarla, inananları bir araya getirerek Medine Sözleşmesi imzalamıştı. Medine Sözleşmesi yazımızda daha detaylı okuyabilirsiniz.
Bu çerçevede Medine 63 kez saldırıya uğradı. Peygamber de Medine’yi savundu. Bunlardan 27 tanesine de bizatihi katıldı. İşte Peygamber’in savaşları, İslam’da savaş dediğiniz bundan ibarettir: Medine’yi savunmak…
Medine, on bin nüfuslu bir Orta Arabistan kasabasıydı. Peygamberin burada kurduğu idare, o günkü çağda çok ileri bir anlayış öngördüğü için toprak ağalarını, sarrafları, zenginleri, kralları, soyunu, kabilesini ve aşiretini yüceltenleri rahatsız etti. Çünkü bunların egemenliğine son veriyordu. Bambaşka bir dünyaya açılım sağlıyordu. Onun için Medine’ye atmış 63 kez saldırı düzenlediler ve onu yok etmek istediler. Peygamber de yanındaki arkadaşları ile birlikte en büyüğü de Hendek Savaşı olmak üzere Medine’yi savundu. Peygamberin bütün savaşları bu kadar. Bunun dışında durduk yere orayı fethetme, burayı haraca bağlama, şuradakileri Müslüman yapma şeklinde yapılmış hiçbir savaş yoktur.
Son olarak da bunlarla bağlantılı olarak şehit kavramı vardır. Şehit esasında Kur’an’da, ölüler için değil, diriler için kullanılan bir kavramdır. Evet, yanlış duymadınız. Şehit kavramı, Kur’an’da ölenler için değil, yaşayanlar, diriler için kullanılır. Şahit demektir, bir şeye tanıklık yapmak demektir. Bir şeyin ”tanıklığını, şahitliğini yapmak” anlamında kullanılır. Mesela doğruluğun, dürüstlüğün, adaletin, tanıklığını, şahitliğini, şehitliğini yapıyorsunuz.
Mahkemede şahitlik yapmak ne demektir? Mahkemede gördüklerini anlatmak demek. Şu olayı gördüm, bu kişileri suç işlerken gördüm, işledikleri suçlara tanık oldum diye şahitlik yaparsınız. Şahitlik Türkçede de kullandığımız bir kavram.
Peki ”şahit” şehit şekline nasıl dönüştü?
Bu daha sonraki yıllarda ölen kişilerin, Allah’ın yolunda öldüğünü, Allah’ın davasına en yüksek derecede tanıklık yaptığını, canını ortaya koyarak, şahitliğini ispat ettiğini göstermek için bu şekilde hayatını kaybedenlere, canını verenlere ”şehit” denmeye başlandı. Bu direkt Kur’an’dan alınmış bir kavram değildir. Kur’an’da geçtiği şekli yaşayanların, dirilerin, evrensel değerlere, doğruluğa, dürüstlüğe, adalete, barışa tanıklık etmesidir. Mesela, birbiriyle kavga eden iki kabileyi barıştırırsanız, barış imzalamasından sonra büyük bir yemek verirseniz, barışa tanıklık ettiğiniz için siz, ”barışın tanıkları, barışın şahitleri” olmuş oluyorsunuz, onun şehitleri olmuş olursunuz. ”Barışı bizatihi gören, ona tanıklık eden, onunla birlikte olayı, o heyecanı ve o anı yaşayan kişiler” anlamındadır.
Şu halde ölen kişilere kestirmeden şehit dediğiniz zaman bir iddiada bulunmuş oluyorsunuz. Allah katında, kimin Allah’ın davasının değerlerine tanıklık ederek, canını verdiğini, ancak Allah bilir, biz bilemeyiz. İnanan insanların böyle düşünmesi gerekir.
Gerek fetih, gerek cihad , gerekse şehitlik kavramı Kur’an’daki amacından saptırılarak birtakım ele geçirmelerin, işgallerin aracına dönüştürülüyor ve istismar ediliyor. İslamiyet hakikaten bir barış dinidir. Bu anlattığım kavramların esasında kanla, savaşla, kılıçla hiçbir alakası yoktur.
Diyeceksiniz ki nasıl olur? Bilinenlerin tam tersini söylüyorsunuz. Evet tam tersini söylüyorum. Ben bunları herkesle tartışmaya hazırım. Bunun için Türkiye’de zihniyet devrimine ihtiyaç var. Zaten İstanbul’dan çıkmamın yasaklandığı cezanın gerekçesinde ”söylemleri ve konuşmaları dini çevreler üzerinde etki uyandırıyor, onların zihinlerini alt üst ediyor ve bu nedenle bunun fazla kişi tarafından dinlenmemesi, bir yerde tutulması gerekiyor” deniliyor. Ben Kur’an’da olanı anlatıyorum ve anlatmaya da devam edeceğim.