Zanka

Türker Ertürk

Twitter Instagram


Türker Ertürk

Geçtiğimiz Perşembe akşamı, Halk TV’de Gökmen Karadağ’ın yönettiği Açıkça Programı’nda tehlikeyi hem yakın dönem hem de seçimlere yönelik olarak dilimizin döndüğünce ve kafamızın yettiğince anlatmaya, demokrasimizin ve iç barışımızın geleceği açısından katkı sağlamaya çalıştık.

Daha sözlerimiz atmosferde sönümlenmeden, adeta bizi haklı çıkarırcasına Gelecek Partisi Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’a, Yeniçağ Gazetesi Ankara Temsilcisi Orhan Uğuroğlu ve Ülkü Ocakları Eski Başkanı Afşin Hatipoğlu’na menfur saldırılar oldu. Üçünün de ortak özelliği; iktidara muhalefet etmeleri. Bu tip saldırılar ilk de değil! Eğer bu olanlara muhalefet partileri ve demokratik kitle örgütleriyle güçlü reaksiyonlar gösterilmez ve geleceğe yönelik planlar yapılmazsa, bu gidişatın sonu siyasi cinayetler ve suikastlardır.

Sorun İktidar

Bu saldırıların olmasının nedeni; iktidarın yarattığı iklimdir. Yani sorumluluk iktidardadır ama bu saldırıları da geçmişteki saldırılarda olduğu gibi basit adli olaylar kapsamında değerlendireceğinden asla şüpheniz olmasın. Çünkü sorun iktidardır! 

İktidar yönetsel gücünü her ne pahasına olursa olsun bırakmak istememekte, planlarını ve icraatlarını bu kapsamda yapmaktadır. Buna seçimde kaybetse bile iktidarı vermemek de dahildir. Bunu başarır veya başaramaz, o ayrı bir konu ama bu niyetini anlamak için en azından son beş yıllık icraatlarına bakmak yeterlidir.

 

İktidarın Menfaat Kayığı

İktidarın yönetsel gücünü bırakmak istememesinin en önemli ve belirleyici nedeni; icraatları dolayısı ile hiçbir açıdan hesap verebilir olmamasıdır. Hem içeride Anayasa ve yasalar önünde, hem de dışarıda uluslararası hukuk önünde! Ayrıca iktidar demokrat değildir ve hiç olmamıştır. Zaten iktidarın çağdışı Siyasal İslamcı” ideolojisi içinde demokrasi bir küfürdür, ancak hedefe götüren tramvay olarak kullanılabilir ve böyle de olmuştur.

 

Bunlar bizim spekülatif değerlendirmelerimiz değil! İktidarın son beş yıllık icraatları ve tasarrufları bu değerlendirmeler yönünde gelişti ve gelişmeye de devam ediyor. Bunu anlamamak için ya zekâ engelli olmak, ya başka hesapların içinde bulunmak ya da iktidarın menfaat kayığına binmiş olmak lazım.

İktidarın Hal ve Gidişi

  1. Halk dürüst ve adil olmayan seçimlere rağmen 7 Haziran 2015’de iktidara kırmızı kart gösterdi. Ama iktidar bunu yok saydı, Anayasa ihlali yapıldı, muhalefete hükümeti kurma görevini verilmedi, terör azdı, katliamlar gerçekleşti, “400 milletvekili verseydiniz bunlar olmazdı” dendi ve halk korkutularak, sindirilerek bir anlamda dövülerek 1 Kasım 2015 Seçimleri kazanıldı. İktidarın geçmiş dönemde başbakanlığını yapmış olan Ahmet Davutoğlu, 7 Haziran-1 Kasım 2015 dönemini de kapsayan bir ifade ile “Terör konusunda defterler açılırsa bazıları insan içine çıkamaz” diyor.
  2. 16 Nisan 2017 Halk Oylaması da yine adil ve dürüst olmamasına rağmen sandıktan “Hayır” çıktı ama “hokus pokus” yapılarak ve yargı da dahil olmak üzere devletin gücü kullanılarak sonuç “Evet” çıkarıldı ve Türkiye’de rejim değiştirildi. Hâlbuki bu engellenebilir ve kabul edilmeyebilirdi. Ama hazırlıksız olunduğundan, bu durum öngörülemediği için bir plan da mevcut olmadığından sadece eleştiri yapılarak ve serzenişte bulunularak durum kabullenildi.
  3. 24 Haziran 2018’de yine adil ve dürüst olmayan Cumhurbaşkanlığı Seçiminde sandıklara yeterince hâkim olunamadığından ve eşgüdüm içinde bulunulamadığından seçim ilk turda iktidar açısından kazanıldı. Gerçekte kazanılmamıştı.
  4. 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri de dibine kadar adaletten ve dürüstlükten uzaktı. İstanbul’da yaşananlar tam bir rezaletti. Bu konuda çok şey yazmaya lüzum yok, zira yaşananlar hala hafızalarda tazeliğini koruyor.

İktidarın Üç Seçeneği

Bugün için iktidarın adil ve dürüst bir seçim kazanmasına imkân ve ihtimal bulunmamaktadır. İktidar Türkiye’yi istisnasız her konuda iflas ettirmiş, halkı fakr-ü zaruret içine sokmuş, askıda ekmek kampanyalarına bile muhtaç etmiş ve artık halka anlatabileceği bir hikâyesi de kalmamıştır. Yerinde kalabilmek için önünde üç seçenek vardır;

  1. Geçmiştekileri bile mumla aratacak derecede hatta daha adaletsiz ve dürüstlükten uzak bir seçim yapmak,
  2. Seçimi mümkün olduğunca öteleyebilmek veya anormal şartlar altında yapabilmek için savaş gibi bir nedene başvurmak,
  3. Seçimi kaybetse bile vermemektir. Tabii ki “Seçimi kaybettik ama iktidarı devretmeyeceğiz” demeyecekler. “Hile oldu, esasında biz kazandık” diyecekler. Aynen İstanbul’da yaşadığımız gibi. İstanbul’daki yerel seçimler iktidarın üçüncü seçeneğin için provası olmuş ve dersler alınmıştır.

Taksim Gezi Parkı Olayları

Böyle bir durumda iktidar halkın özellikle de muhalefet tarafından liderlik edilebilecek demokratik bir tepkisinden çok çekinmekte ve belki de dünyanın en haklı ve yaygın demokratik kitlesel gösterileri olan Taksim Gezi Parkı Olayları gibi gelişmelerden çok korkmakta, aklından hiç çıkmamakta ve rüyalarında görmektedir.

Ankara ve İstanbul’da kurulan Takviye Hazır Kuvvet Polis Müdürlüğü’nün bu kapsamda kurulduğu değerlendirilmektedir. Geçenlerde Resmi Gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Genelgesi de bu paraleldedir. Genelgede özetle Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Emniyet, Jandarma, Sahil Güvenlik ve MİT arasında kamu güvenliği ve düzenini ciddi şekilde tehdit eden terör, toplumsal olaylar ve şiddet hareketlerinin meydana gelmesi durumunda; bu kurumlar taşınır mallarını herhangi bir şarta bağlı olmadan birbirilerine devredecekleri ama taşınır mal işlem belgesi düzenlemeyecekleri belirtilmektedir. Bunun anlamı; TSK’nın silahlarına göz dikmişler ama askeri istemiyorlar.

Devlet Demek; Kayıt Kuyudat Demektir!

Çünkü bunca operasyona maruz bırakılmasına rağmen TSK’nın nihai tahlilde tercihini demokrasiden, Atatürk’ten Cumhuriyet’ten, Anayasa’dan yana kullanacağından korkuyorlar. Ama iktidar, demokrasiye, halk iradesine, kurucu ideolojiye ve Anayasa’ya rağmen kendisine bağlılık istiyor.

Bu genelgenin bir de yurtdışı bacağı var. Buna göre; yurt dışında dost ve müttefik ülkelerde TSK’nın tank, top, roket atar, havan, insansız hava aracı gibi taşınır malları kamu ve özel nitelikli kuruluşlara verilebilecek. Hem de taşınır işlem belgesi düzenlenmeden! Hâlbuki devlet demek; bürokrasi demektir, kayıt kuyudat demektir. Aksi kabile tipi yapılanmadır. İktidar belge düzenlenmesini istemiyor ki nereye ne verildiği belli olmasın! Örneğin; bu genelge kapsamında tanklar, roketler ve insansız hava araçları Libya’da İhvan’a, SADAT’a veya başka tip yapılara verilebilir.

Çağdaş Mücadele Gerçekler Üzerine Bina Edilir

Demem o ki; bunları bilerek mücadele etmek lazım. Keşke hamasetle mücadele edilebilseydi ama mümkün olmadığını tarihten biliyoruz. “Bu iktidar seçimi kaybetse bile vermez” demek acaba umut kırıcı, sandıktan uzaklaştırıcı ve mücadeleden kaçırıcı olabilir mi? Emin olun; zafer ve başarı gerçeklerin üzerine inşa edilir. Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığından itibaren mücadelesini gerçeklerin üzerine bina etti.    

İlkel mücadele gerçekler saklanarak, çağdaş mücadele ise gerçekler söylenerek yapılır. Örneğin ölümcül bir hastalığa sahip bir insana hastalığının önemsiz olduğunu söyleyerek ona kısa süreli moral verebilirsiniz ama hastalığı yenmesi açısından kötülük yapmış olursunuz.

Hazırlıksız Yakalanıldı

Bugün Türkiye’de verilmesi gereken mücadele ölümcül tehlikesi olan hastaya gerçekleri anlatarak, ne tip mücadele verilmesi gerektiğini planlayarak ve bu mücadeleye onu her bakımdan hazırlayarak yapılabilir. Eğer siz halka tüm gerçekleri anlatmaz, “Sadece sandığa gidin, seçimi kazanalım, yeter” diye anlatırsanız çok büyük bir yanlış yaparsınız.

Örneğin 16 Nisan 2017 Referandumunda halk büyük çoğunlukla sandığa gitti ve iradesini “Hayır” olarak ortaya koydu ama sandıktan “Evet” çıktığı açıklandı. Çünkü öncesinde bu tip durumlara karşı bir planlama yapılmadığı için hazırlıksız yakalanıldı, sadece eleştirildi, serzenişte bulunuldu ve bu antidemokratik, gayri Anayasal, gayri hukuki durum kabullenildi. Oyun başladıktan sonra kuralların değiştirilmesi anlamına gelen mühürsüz oy pusulaları ve zarflarının hukuksuz olarak geçerli sayılmasına karşı eleştirmekten ve söylenmekten başka bir şey de yapılamadı. Çünkü öncesinde olabilecek bu tip durumlara karşı beyin fırtınası yapılmamış, halka böyle durumlarla karşılaşılabileceği anlatılmamış ve eylem planları da hazırlanmamıştı!

Atı Alıp Üsküdar’ı Geçmesi Engellenmeli

Temenni etmeyiz ama önümüzdeki seçimlerde 16 Nisan 2017’de yaşadıklarımıza bile rahmet okutacak gelişmeler mümkün olabilir. O halde muhalefet partileri tarafından yapılması gereken;

  1. Adil ve dürüst bir seçimin gerçekleşmesi için şartları zorlamak,
  2. İktidarın halk iradesini yok sayarak “Biz kazandık” açıklaması ile geçmişte yaptığı gibi atı alıp Üsküdar’ı geçmesini engellemek ve halk iradesine sahip çıkmaktır.

Bunun için; hemen ders çalışmaya başlanmalı, tüm muhalefet partileri ve demokratik kitle örgütlerini içine alacak şekilde demokrasi eşgüdüm merkezi kurulmalı, yurt içinde ve yurt dışında yapılacaklara dair planlar hazırlanmalı, halka her safhada gerçekler anlatılmalı, güvenilir liderlik gösterilerek halkın demokrasiye sahip çıkması ve mücadelede taşın altına elini sokması sağlamaya çalışılmalıdır. 

Diyelim ki; her şeye ve iktidarın bugüne kadar gösterdiği hal ve gidişe rağmen biz yanıldık, iktidar demokrasiye bağlı kaldı, dürüst ve adil seçim şartlarını oluşturdu ve halkın iradesine saygı duydu, bizi yanılttı ve utandırdı. Biz de çıkar, özür dileriz. Ama demokrasiye sahip çıkma adına böyle çalışma ve planlama yapmanın ne zararı olabilir ki! Sonuç olarak demem o ki; Türkiye felakete sürüklenmektedir. Bugüne kadar yaptıklarımızı yaparak, sanki demokratik bir ülkede yaşıyormuş gibi yani “-mış” gibi yaparak, geleneksel yöntemleri ve davranış biçimlerini kullanarak bu girdaptan kurtulamayız.



Bu içeriğe emoji ile tepki ver
3