Zanka

Türker Ertürk

Twitter Instagram


Türker Ertürk

İktidar ile emperyalizmin, iktidar ile egemen güçlerin, iktidar ile ABD’nin ilişkisini anlamak gerçekten zor. Anlayabilmek için öncelikle “Siyasal İslamcı” ideolojiye, çıkışından bugüne, tarihsel büyük resim içinde, sorgulayıcı bir bakış açısı ile bakabilmek ve değerlendirmek gerekir.

Bu ilişkinin çağdaş, eşit ve karşılıklı olmadığı kesin. Bu tip ilişkilerde emperyalizm Siyasal İslamcıları kullanıyor, çıkarları için kolayca ölüme gönderiyor, onlar vasıtası ile arzu ettiği coğrafyayı karıştırıyor, çağdaşlaşmasını engelliyor, bölüyor ve parçalıyor. Emperyalizm bazen de kendi yarattığı ama kontrolünü kaybettiği Siyasal İslamcı yapıları birbirilerine karşı kullanıyor ve birbirlerini boğazlatıyor. Bunları yaparken de kâh seviyor ve arkalarını sıvazlıyor, kâh aşağılıyor, hakaret ediyor, kâh da öldürüyor.

Kıble 6. Filo!

Bu ilişki bir yönüyle, çağdaş olmayan ve içinde şiddet barındıran bir evlilik ilişkisine benziyor. İmdat! Yetişin!” nidaları içinde yardım isteyen, yardım edildiğinde de “Ne karışıyorsun? Kocam o benim, döver de sever de!” diyen bir yaklaşıma sahip. Ama yine de verdiğimiz örnek tam olarak bu ilişkiyi anlatmak için yeterli değil! Bu ilişki daha çok; “Efendi-Köle”, hatta sorgulamanın zerresine bile ihtiyaç duymayan, sorgulama kazaen kulun aklına gelse bile buna günah olarak bakan bir “İlah-Kul” ilişkisine benziyor.

1969’da Dolmabahçe’de, sonradan “Kanlı Pazar” olarak adlandırılacak olan saldırıyı gerçekleştirmek için toplanan ve İstanbul Boğazı’nda demirli bulunan ABD’nin 6. Filosunu Kıble yaparak namaz kılanların zihinsel durumunu “İlah-Kul” ilişkisinden başka nasıl açıklayabilirsiniz ki? O gün, yurtseverleri, antiemperyalistleri ve aynı görüşte olmasalar bile kardeşlerini katledenlerin bir bölümü bugünkü iktidar içinde yer aldı, bir bölümü de bugünkü iktidarın rol modeli oldu. Bu gerçeği yok sayar, görmezseniz veya görmezlikten gelirseniz; bugün yaşadığımız felâketlerin nedenini anlayamaz ve problemi çözemezsiniz.

Konfüçyüs

Günümüzden yaklaşık olarak 2500 yıl önce yaşamış, hala tüm zamanların en iyi filozoflarından biri olarak gösterilen Konfüçyüs “Bildiğini bilenin arkasından gidiniz, bildiğini bilmeyeni uyarınız, bilmediğini bilene öğretiniz, bilmediğini bilmeyenden kaçınız” diyor. Ne kadar doğru bir söz! Bu veciz ve aynı zamanda insanlığın gerçekliğini ifade eden sözden hareketle; halen ülkemizi yöneten iktidarın arkasından gidilebilecek, uyarılabilecek, öğretilebilecek bir durumu yoktur. Kişisel olarak çare kaçmak olabilir ama ülke yönetimi söz konusu olunca iktidarı demokratik yöntemlerle yönetimden uzaklaştırmak, ülkemiz ve toplumsal iç barışımız için hayati öneme sahiptir.

Bektaşi Babasına iki testi şarap getirmişler. Getiren saki; “Baba Erenler bu iki testi şaraba bakınız. Hangisini beğenirseniz, size onu verelim” demiş.

Baba, testinin birini açıp tadına bakmış ve tereddüt etmeden; “Bana diğerini verin” demiş. Saki sormuş; “Baba Erenler, daha diğerine bakmadınız bile!”

“Bakmama gerek yok! Bundan daha kötüsü olamaz!” diye yanıt vermiş Baba Erenler. Emin olun, durum aynen budur! Türkiye bugünkü iktidardan daha kötüsünü görmedi ve göremez de!

Son Dönem ABD-İktidar İlişkileri

İktidar, Konfüçyüs’ün dediği gibi bilmediğini bilmediği için uyarılamaz da! Hatta; uyardıkça ters teper ve aksini yapar. Toplumsal barışımızı dinamitlemeye yönelik olarak üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adının verilmesi, hiçbir gerekçesi olmadığı halde orman katliamı yapılarak üçüncü hava limanının inşa edilmesi, Atatürk Havalimanı pistlerinin parçalanarak katledilmesi, GATA’nın kapatılması ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sağlık imkanlarının yok edilmesi ve ülkemiz için tam bir düşmanlık girişimi olan Kanal İstanbul projesinde ısrar edilmesinin nedeni de bilmediğini bilmemek ve uyarıların tersini yapmaktır.

İktidar ile ABD’nin sadece son dönemdeki ilişkilerine şöyle bir bakalım. ABD;

 

  1. 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne tiyatro diyor ve iktidarın “Darbenin lideridir” dediği ve iade edilmesini talep ettiği Gülen’i koruyor,
  2. Parasını ödediğimiz F-35’leri vermiyor,
  3. “Rusya’dan alınan S-400’leri kullanamazsın, yakarım seni!” diyor,
  4. Terörist olarak nitelendirilen PKK’ya yardım yapıyor, PKK’nın uzantısı PYD’ye “müttefikim” diyor,
  5. Yenilir yutulur olmayan ve hakaret içeren mektuplar ve mesajlar gönderiyor,
  6. Rahip Brunson için Türkiye’deki yargı sürecini yok sayıyor, tehdit yağdırıyor, ambargo koyuyor ve papazını geri alıyor,
  7. İktidarın mal varlığı üzerinden şantaj yapıyor ve daha neler neler!

Sadece Ekonomiye Bağlanamaz!

Ama iktidar bunların hepsini hazmediyor, ABD’nin kuyruğundan ayrılmıyor ve üstüne üstlük kendi halkının maske ihtiyacını karşılayamamışken, ABD’ye Korona Salgını kapsamında mücadele için maske gönderiyor. Sonra öğreniyoruz ki; ABD de müttefikim dediği PYD’ye maske gönderiyor. Allah aşkına, nasıl bir ilişkidir bu?

“İktidar ekonomik olarak iflas ettiğimiz bir durumda Krona Krizine yakalandı, şu anda hazine tam takır, Ruslarda da para yok, bu nedenle her şeye rağmen ABD’ye şirinlik yapıyor, para dileniyor ve kredi istiyor” denilerek bu ilişki sadece ekonomiye bağlanamaz.

Siyasal İslam Yerli ve Milli Değil

Onurlu olmayan, karşılıklı güvene ve işbirliğine dayanmayan bu ilişkinin en başta ifade etmeye çalıştığımız gibi “İlah-Kul” arasında olabilecek türden bir görünümü var. Tabii ki bunun da arkasında ekonominin yanı sıra, tarihi, ideolojik ve psikolojik nedensellikler de var.

İktidarın Siyasal İslamcı bir ideolojisi var. Ama bu ideoloji yerli, milli ve İslam Dünyasına ait değil, emperyalizmin malıydı. Bugüne kadar da böyle oldu. İslam’ı politik bir silah olarak kullanma ve Müslümanları bu silahın kolayca sarf edilebilir cephanesi yapma fikri Almanlarındır. Hem Birinci Dünya Savaşı’nda (1914-1918) hem de İkinci Dünya Savaşı’nda (1939-1945) Almanya bu silahı çok defa kullandı. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı da bu kullanılmanın merkezindeydi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Siyasal İslam silahı ABD’nin eline geçti ve Soğuk Savaş (1945-1990) yıllarında tepe tepe kullanıldı. “Yeşil Kuşak” projesi, kuşak ülkelerinin radikalleştirilmesi ve Türkiye gibi laik olanların yumuşatılması bu kapsamda yer alıyordu. 1969’da 6. Filo’yu kıble yapanlar, yeşil kuşağın gereği olarak tedrisattan geçirilenlerdi. “Ilımlı İslam”; marka değeri aşınmış Siyasal İslam’ın ABD tarafından verilmiş yeni adıydı. Günümüzde Türkiye’yi yönetenler de bu bağlamda iktidara getirildi. Yani ABD-iktidar ilişkisinde böyle ideolojik ve tarihsel bir derinlik var.

Hilafetin Kaldırılmasını İngilizler İstemedi

Tabii ki Siyasal İslam’ı İngilizler de ziyadesi ile çok defa kullandı. Türkiye’de hilafetin kaldırılmasına en çok İngilizler kızdı ve muhalefet etti. Nereden mi biliyoruz? İngiliz arşivlerinden. Hatta bu gerçeği İngiliz belgelerine dayanarak iktidarın televizyonu olan TRT’de Murat Bardakçı açıklarken spikerin iktidar adına itiraz etmeye yeltenen ve ama bilgiden yoksun sonuçsuz girişimi izlenmeye değerdi!

İktidarın ABD’ye karşı sorgusuz sualsiz biat etmesinin bir anlamda rehin alınmasının arkasında psikolojik nedenler de var. Bakmayın siz iç kamuoyuna yönelik olarak zevahiri kurtarmak için yapılan “Ey Amerika!” gibi içi boş ve arkası olmayan dayılanmalara. Adamlar üzüm yemek için senin halkını kandırmak adına yaptıklarını hoş görürler.

Stockholm Sendromu

Bu ilişki biraz da Stockholm Sendromuna benziyor. Bu sendrom; ismini 1973’de, İsveç’in başkenti olan Stockholm’de yaşanan bir olaydan almaktadır. Banka soyguncusu tarafından 6 gün boyunca rehin tutulan bir kadın, saldırgana duygusal olarak bağlanır. Serbest kaldığında saldırganı savunmakla kalmaz, nişanlısını terk ederek kendisini rehin alan saldırganın hapisten çıkmasını bekler.

Bu sendromun ortaya çıkmasının nedeni; hayatta kalma içgüdüsüdür. Rehin alınan kurban, ihtiyaçları için kendisine baskı yapan kişiye bağımlı olduğunu hisseder. Saldırganın yaptığı küçük iyilikler kurbanın gözünde büyür, zamanla kurban kendisini saldırganın yerine koyup, olayları onun gözünden görmeye ve yaptıklarına hak vermeye başlar, ona bağlanır, saldırganın uyguladığı şiddeti ilişkiyi kaybetmemek adına göz ardı eder.

 



Bu içeriğe emoji ile tepki ver
4