Zanka

Mustafa Solak

Twitter


Mustafa Solak

Turgut Özakman, Atatürk, cumhuriyet tarihi, laik cumhuriyete yönelik iftira ve çarpıtmalara çeşitli kurumların suskun kalışını 1997’de şöyle dile getirmişti:

“Atatürk Kültür-Dil ve Tarih Yüksek Kurulu, Türk Tarih Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, Milli Eğitim Bakanlığı, Üniversiteler, gittikçe yayılıp genişleyen bu tür iddiaları yalanlamak ve doğruyu açıklamak için kıllarını bile kıpırdatmıyorlar.

Trilyonlarca liraya mal olan ne görkemli bir suskunluk!

Bilgilerini, yetkilerini ve devletin önlerine serdiği imkanları, ne için ve ne gün için saklıyorlar acaba?

Bu yalanlara, bu görevlilerin yerine, dikkatli okuyucular, gerçeğe saygılı bazı aydınlar ve köşe yazarları tepki gösteriyor.

Buyrun size bir hafta sonu bilmecesi: Bir devlet, kendi varlığına ve niteliğine yönelmiş böylesi bir yalan sağnağı karşısında, neden bu kadar vurdumduymaz davranır?

Bu vurdumduymazlık sürüp giderse bir gün ne olur?”[1]

Turgut Özakman o zamanlar Kadir Mısıroğlu, Necip Fazıl Kısakürek gibi kişilere yanıt verirken bunları söylemişti. Son sorusuna yanıt vereyim. Bugün de benzer çarpıtma ve iftiralar başka kişiler tarafından dile getiriliyor. Suskun kaldıkça, önemsemedikçe, bundan güç alıyorlar; yeni şeyler uyduruyorlar.

Geçenlerde Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci “Ankara Meclisi 100 Yaşında” başlıklı yazısında Ankara’nın önünü açmak için İngilizlerin Mebusan Meclisi’ni dağıttığına ve bu iş için de Atatürk’ün de yer aldığı Heyet-i Temsiliye üyesi Rauf Orbay’ın, İngilizleri tahrik edip meclisi basmaya ikna ettiğini iddia etti. Buna dair şunları yazmıştı:

“12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplanan Meclis-i Meb’usan, mübalağalı bir sulh manifestosu Misak-ı Millî’yi kabul edince, 16 Mart’ta İngilizler Meclis'i dağıtarak Ankara’nın önünü açtı.

İşi, Ankara’dan gönderilen Rauf Bey (Orbay) yürütmüştür. Nitekim hatıralarında, canını ortaya koyarak İngilizleri tahrik edip meclisi basmaya ikna ettiğini; bunu önceden Paşa ile kararlaştırdıklarını anlatır.”

Ekinci’ye göre Atatürk’le Rauf Bey, meclisin Ankara’da toplanması için Rauf Orbay’a İstanbul’daki Mebusan Meclisi’nin İngilizlerce basılmasını sağlamayı kararlaştırmış.

Dahası Ankara’da açılan Büyük Milet Meclisi’ni darbecilikle suçluyor:

“Vatanı düşmandan, padişahı da esaretten kurtarmak üzere açılan Ankara Meclisi, 2 sene sonra 1 Kasım 1922’de padişahın da ipini çekmiş; sivil bir darbe ile rejimi tamamen değiştirmiştir.”

Ekinci, 1921’de Başkomutanlık kanunuyla 3 ay süreyle meclisin yetkilerini üzerine alan Atatürk’ün “1922’deki 3. uzatmadan sonra bu salâhiyeti geri almak isteyen Meclis'e meydan okuyarak devletin fiilî hâkimi” hâline geldiğini belirterek de Atatürk’ü darbecilikle suçluyor.

Hızını alamıyor “Heyet-i Temsiliye, içten içe seçime karşıydı. Zira yeni meclis toplanınca, işi bitecekti” diyor. Bu sebeple Atatürk’ün “meclisin İstanbul’da değil, demiryolunun geçtiği merkezî bir şehir olan Ankara’da -kendi kontrolünde- toplanmasını” istediğini belirtiyor![2]

Şunları soralım:

Rauf Bey canını ortaya koyarak tahrik etmeseydi İngilizler, meclisi basmayacak mıydı?

Rauf Beyin anılarında böyle bir husus var mı?

Atatürk’le Rauf Bey böyle bir karar aldılar mı?

Meclis neden 1 Kasım 1922’de padişahın da ipini çekmiş?

Atatürk, Rauf Orbay ve Ankara Meclisindeki milletvekilleri meclis karşıtı mı?

“Prof” ünvanlı biri belgelerle yazar. “Rauf Beyin anıları” diyor ama hangi kitabı olduğundan bahsetmiyor. Rauf Bey İngilizleri tahrik etmek için İngilizler, Rauf Bey tahrik ettiği için mi meclisi bastılar?

Rauf Beyin anılarını içeren “Rauf Orbay’ın Hatıraları 1914-1945” adlı kitapta ise aksi yazı. Rauf Bey, Ekinci’nin iddialarının aksini belirtiyor. Rauf Bey, işgalci güçlerin “bir şeyler yapmağa hazırlandıkları” düşüncesindeydi. Atatürk de benzer düşüncedeydi. Bu sebeple Rauf Bey, padişah Vahdettin’in daveti üzerine heyetle gerçekleştireceği buluşmayı gizlilik içinde yürütmekteydi. Rauf Bey, Atatürk’le anlaşıp İngilizleri tahrik etmek şöyle dursun, Atatürk’le Ankara’ya dönmesi hususunda ayrı fikirdeydi. Atatürk, İngilizlerin meclisi basacağı ve başka fenalıklar yapılabileceğine dair İstanbul’daki milli güçlerden haber aldığı için Rauf Bey’in Ankara’ya dönmesini istemişti. Zaten bu sebeple İstanbul’a gitmemişti. Atatürk, “Nutuk” adlı eserinde Ankara’ya dönmesi hususunu şöyle belirtmiştir:

“İngilizlerin tutuklama kararına karşı Meclis'in, cesurane, nihayete kadar vazifesine devamı pek faydalı ve parlaktır. Ancak zatıalinizle beraber vücutları gelecekteki teşebbüslerimiz ve hareketlerimiz için elzem olan arkadaşların neticede bize iltihakları vasıtalarının mutlaka emniyet altında bulunması şarttır. Aksi takdirde, grubun birlik ve azim dairesinde hareketini tanzim edebilecek zevatın [kişilerin] şimdiden vazifelendirilerek sizlerin hemen buraya gelmeleri elzemdir. Buraya gelecek zevat arasında memleketi temsil vasıtalarına sahip olanlarla icabında hükümet teşkil ve idare liyakatindekilerin bulunması mühimdir. İtilaf devletlerinin zorlayıcı muamele tatbik edeceklerine şüphe yoktur.”[3]

Orbay’ın Atatürk’ün Ankara’ya dönme isteğine verdiği yanıt da şöyledir:

“Bu sırada biz bazı yakın arkadaşlarımla, İngilizlerin herhangi bir taarruzuna uğramak ihtimalini düşünerek, böyle bir durumda Meclisten gayri bir yerde yakalanmamak için, evlerimize uğramayıp geceleri başka yerlerde kalmak kararını vermiş olduğumuzdan, ben de birkaç gündür, asıl ikametgâhım olan Beyoğlu'nda Ağa Camiinin karşısındaki sokakta Naum Paşa apartmanına uğramamakta ve dostlarımdan ticaretle meşgul Hâşim Bey'in Şişli'deki apartmanında kalmakta idim. Gece yarısı, Mustafa Kemal Paşa'dan acele bir telgraf geldi. Mahrem muhaberemize vasıta olan Harbiye Nâzırı Fevzi Paşa'nın (Çakmak) Seryâveri Salih Bey'in (Omurtak) bana gönderdiği bu telgrafta, Mustafa Kemal Paşa: ‘Osmanlı Bankası'yla bin lira gönderildi. Al da gel’ diyordu. Ben de derhal: ‘Evvelce kararlaştırdığımız gibi, namus borcumuzu yapacağız. Meclisi bastırmak için orada kalacağız. Aksi takdirde bize güvenerek burada kalanlar, kendilerine haber verilmeden aralarından ayrılışımıza muğber olurlar da içtimaa devam ederlerse, o zaman meclisin Ankara da toplanması meselesi ciddî şekilde tehlikeye girer’ şeklinde cevap verdim.”[4]

 

Vahdettin: “Bir millet var, koyun sürüsü..Buna bir çoban lâzım.. O da benim”

 

Rauf Bey, 16 Mart 1920 sabahı meclise gitmek üzereyken İngilizlerin ânî bir baskınla Şehzadebaşı karakolundan itibaren, şehri işgal ettiklerini ve oturduğu apartmanı bastıklarını, kendisini aradıklarını haber alır. Ara yollardan meclise gider. Padişahın daveti üzerine Meclis başkanını bulamayınca başkanvekili Balıkesir milletvekili Abdülâziz Mecdi ve Konya milletvekili Vehbi’den oluşan heyetle, Yıldız sarayına giderler. Orbay, Mebusan Meclisi basılmadan birkaç saat önce gerçekleşen bu görüşmede, padişahtan milletin başına geçmesini, meclisin kararı olmadan hiçbir uluslararası metni imzalamamasını rica eder. Bunun üzerine Vahdettin, işgalcilerin her şeyi yapabileceklerini, konuşmalarına dikkat etmeleri gerektiğini söyler. Orbay’ın anılarından okuyalım:

“Sultan Vahdettin, bizi karşısında görünce, gayet soğuk bir edâ ile, selâmlarımıza mukabele ettikten sonra, yanımdaki Başmabeynci Fuat Bey'e hitap ile: ‘Biz nasıl haber aldık, bu işi?’ diye sordu. Fuat Bey, elpençe divan durmuş bir vaziyette, şu cevabı verdi: ‘Efendim, dün Fransız mümessilliği baştercümanı geldi. Anadolu'dan gelen birtakım zevatın, İstanbul’un emniyet ve huzurunu ihlâl edecek harekâtta bulunduklarından bahisle, İtilâf Devletleri mümessillerinin şehrin âsayişini muhafaza için, bir nümayiş yapılmasına karar verdiklerini, ancak bunun, İstanbul'un statükosunu ihlâl edecek bir hareket olmayacağını söyledi.’

Vahdettin, bir işaretle Fuat Bey'i salondan çıkardıktan sonra, bana döndü:

- İşittiniz mi beyefendi? dedi. Bu adamlar her şeyi yaparlar. Yaptıkları bu kadarla da kalmaz. Daha fazlasını yapmağa da cür'et edebilirler. Onun için. Meclisteki konuşmalarınıza dikkat edin. Ben cevap vereceğim sırada, Konya Mebusu Vehbi Hoca, heyecanını zaptedemedi, benden evvel konuşarak;

- Efendim, dedi, ne yapsalar milleti yıldıramazlar. Millet Hilâfet ve Saltanata sadıktır. Memleketin kurtarılması için uğraşıyoruz. Müsterih olunuz Padişahım! Fakat Vahdettin hiç de müsterih görünmüyordu. Tekrar etti:

- Rica ederim, dikkat edin. Bu adamlar, her şeyi yaparlar. Meclisteki sözlerinize dikkat edin..

Bu sefer, Abdülâziz Mecdi Efendi, heyecanlandı ve oturduğu yerden, pencereden görünen Dolmabahçe önünde demirli düşman donanmasını göstererek:

- Padişahım dedi, bu kâfirlerin zoru işte su kenarına kadar geçer. Ötesinde sökmez. Anadolu pulat'tır [güçlüdür]. Memleketin selâmeti için atıldığı mücadelede mutlaka muvaffak olacaktır. Bundan emin olunuz.

Vahdettin, oralarda değildi. Söylenenleri duymuyormuş gibi, zihnine yerleştirmiş olduğu aynı nakaratın üzerinde duruyordu:

- Tekrar ediyorum, akıl için yol birdir, dedi. Vaziyet meydandadır. İsterlerse, yarın Ankara'ya da giderler.

Vahdettin'in, bütün ruh haletini ve bilhassa şunun bunun tesiri ile gözünde büyüttükçe büyüttüğü düşmanlardan, her arzu ve emellerine kayıtsız şartsız mutavaat edecek [boyun eğecek] dereceyi bulan korkaklığını sarahatle [açıklıkla] belirten bu sözleri karşısında, ben de kendimi tutamadım:

- Müsaade buyurun, dedim. Misak-ı Millî ile tesbit edildiği veçhile [yönüyle] , Hilâfet ve Saltanat makamı ile memleketin kurtarılması bahis konusudur. Fakat cereyanı hale göre eğer biz, bu milletin duygularına tercüman olabiliyorsak, şunu arzedelim ki, milletin sizden istediği Meclis kararı olmadan herhangi bir milletlerarası vesikayı imzalamamaktır. Aksi takdirde, istikbali çok karanlık görüyoruz. O kadar ki, âkibetin ne olacağı şimdiden kestirilemez.

Vahdettin, bu sözlerim üzerine, sinirliliğini açıkça belirten bir tavırla oturduğu koltuktan kalkıp, bakışlarını gözlerime dikerek:

- Rauf Bey!, dedi, bir millet var, koyun sürüsü.. Buna bir çoban lâzım.. O da benim.

Onun bana bu sözü, aynen bir müddet evvel, Ahmet Rıza Bey'le birlikte İzzet Paşa Kabinesini tazyik eyledikleri sırada kendisini ziyaretimiz esnasında söylemiş olduğuna da hatırladım, demek ki çobanlık rolünü oynamağa pek hevesli, gerçekten de kararlı ve azimli imiş..

Artık bizim için söylenecek bir şey kalmamıştı. Zaten onun davranışı ile beraber, biz de oturduğumuz koltuklardan kalkmıştık. Karşılaştığımız andaki halden çok daha soğuk bir hava içinde ayrıldık ve doğru Meclise döndük.”[5]

Ali Fuat Cebesoy da “Milli Mücadele Hatıraları” kitabında bu görüşmeyi anlatır.[6]

Orbay, Abdülâziz Mecdi Efendi, kürsüye çıkarak Vahdettin’le görüşmeyi anlatırken padişahın meclis üyelerini selâmlaması yerine heyeti azarlaması ve meclistekileri uyarmasının milletvekillerini hayretler içinde hayal kırıklığına uğrattığını belirtir. Bu esnada kapıya gelen bir İngiliz müfrezesinin Kara Vasıf Bey'le kendisini teslim almaya gelmişlerdir. Bazıları arka kapıdan kaçmayı teklif etse de müzakere salonundan zorla teslim aldıklarına dair yazı vermeleri karşılığında İngilizlere teslim olurlar. Malta'ya götürülürler.[7]

Atatürk bu yaşanılanlar üzerine Nutuk’u, mecliste okurken “Efendiler, Rauf Bey'i ve diğer zevatı tam zamanında davet etmiş olduğumuz, vakalarla hem de üç dört gün geçmeden sabit oldu”[8] demiştir.

Görüldüğü gibi Atatürk’le Rauf Orbay’ın, İngilizleri kışkırtarak Mebusan Meclisi’ni dağıtmalarına neden olmamışlar; aksine Atatürk, İngilizlerin fenalıklar yapabileceği hususunda uyararak Rauf Orbay’ın Ankara’ya dönmesini istemişti. Rauf Bey de İngilizlerden korunmaya çalışmakla birlikte meclisi basınca kaçmak yerine teslim olmayı tercih etmişti. Atatürk uyarılarına rağmen Ankara’ya kaçmadığı için Orbay’ı eleştirmiştir. Kendisini ve İngilizlerin tutukladığı diğer esirleri Malta zindanlarından kurtarmıştır.[9]

 

Seçime karşı olan Heyet-i Temsiliye, değil padişahtı

 

“Prof. Dr.” ünvanlı Ekrem Buğra Ekinci’nin Ankara Meclisi’nin, 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırmasını, padişaha yapılmış “sivil bir darbe” sayıyor ve  Heyet-i Temsiliye’nin seçime karşı olduğunu belirtiyor. Aksine meclise dayananlar Atatürk ve milli güçlerdi. Oysa İngilizlerin isteği üzerine Mebusan Meclisi’ni kapatan ve anayasada 4 ay sonra seçimin yapılması gerektiği yazdığı halde bir daha seçime götürmeyen Vahdettin’in kendisiydi. Çünkü meclis işgallere karşı itiraz ediyordu.

Vahdettin 21 Aralık 1918’de, anayasanın 7. maddesine dayanarak yayımladığı bir iradeyle meclisi dağıtmıştır. Kendisi bunu meclisi bunu itiraf eder. Kaldı ki sürekli İngilizlere hayranlığını dile getirerek, işgallere sessiz kalarak, halife ordusunu milli güçlerin üzerine yollayarak, Atatürk’ü ve milli güçleri kafir ilan eden bildiriyi onaylayarak, fili olarak da kanıtlamıştır.

Sarayın başkatibi Ali Fuat Türkgeldi, Vahdettin’in İngilizlerin baskısı altında meclisi dağıttığını anlatır. Sadrazam Tevfik Paşa gensoru neticesinde kabineye (hükümete) güvensizlik oyu verileceğini Ayan ve Mebusan Meclisleri başkanlarından öğrendiğini belirterek padişahtan meclisi dağıtmasını rica eder. Türkgeldi, padişahın sadrazamla, 21 Aralık günü meclisi feshetme kararını nasıl verdiklerini şöyle anlatır:

“Sadr-ı azam tekrar izahat itasına  [açıklamaya] ibtidarla  [başlamakla] Meclis-i meb’usan bir aydan beri afv-i umumi [genel af] kanununun ve memleketin inzibatını temin edecek polis kanununu çıkarmadığı halde o meselelerden dolayı hükümeti tahtie etmekten [eleştirmekten] ve hükümetin verdiği levayih-i kanuniye [kanun tasarıları], encümenlere bile havale edilmeyip durmakta olduğunu ve her ne yapılsa kabineyi iskata [düşürmeye] azmetmiş olduklarını ve ahval-i hazıra-i siyasiyenin [siyasi durumun] ehemmiyeti bu suretle idare-i umura imkan bırakmadığını uzun uzadıya izah etti. Zat-ı şahane de ‘Bunlar velinimetlerine karşı (Yani rüesay-ı Ittihad’a [hükümet ve padişaha]) bir eser-i vefa göstermek istiyorlar: binaenaleyh onlar tarafından iskat kararına intizar edilmiyerek [hükümet düşürülmeyerek] fesih cihetine gidilmesi daha muvafık olur. Bu suretle dayılık biz de kalsın; zaten Sadr-ı azam Paşa ile aramızda muvafakat hasıl oldu.’ dedi.”[10]

Türkgeldi padişahın bu sözlerini “Hani evvelce verilen sözler!” diye yazarak hayretle karşılar. Çünkü padişah daha önce meclisin öneminden bahsetmiştir. Hazırlanan padişah iradesine anayasadaki “seçimlerin dört ay zarfında olacağı” ifadesini eklemek ister ama kabul görmez. Sadrazam ayrıldıktan sonra Vahdettin, neden bu kararı verdiğini ona şöyle söyleyecekti:

“Sizden sır çıkmaz. Ecnebiler bu Meclis-i meb'usanı müntehab  [seçilmiş] addetmiyorlar. ‘Siz hakk-ı hayatınızı muhafaza için faaliyet göstermelisiniz. Eğer lazım gelen faaliyeti gösteremezseniz hakk-ı hayatınızı da iskat etmiş [ortadan kaldırmış] olursunuz’ diyorlar, dedi.”[11]

 Ertesi gün padişah Türkgeldi’ye şunu da belirtmişti:

“Ecnebilerin zihniyeti bizimkine uymuyor, bir kere kafalarına koydukları şeyi bir daha çıkarmıyorlar ve ‘O heyet-i katilenin müntehabı olan [katiller heyetinin seçtiği] Meclis-i meb’usanı nasıl tutuyorsunuz? Siz neye istinad ediyorsunuz [dayanıyorsunuz]? diyorlar’ sözlerini ilave etti.”[12]

Padişahın fesih kararı mecliste okunduğu zaman bazı milletvekilleri bunun bir “hükümet darbesi” olduğunu, bazıları da hükümetin bütün sorumluluğu Mebusan Meclisine yüklemek suretiyle meclisi dağıttığını dile getirmiştir. Anayasaya göre dört ay zarfında yapılması gerekli olan seçimin padişahın iradesinde açıklanmamasından dolayı bilgi isteyen gazetecilere Dahiliye Nazırı Mustafa Arif Bey, muhacirlerin kabulü, askerin terhisinin sona ermesi, barış antlaşmasının kararlaştırılmasını beklemek gerektiğini söyleyecekti.[13] Bunun anlamı seçim yapılmamasıydı, zaten yapılmadı da. İkinci bir kararla seçim barış sonuna ertelendi. Böylece meclisin olmadığı bir ortamda işgalcilerin isteklerini rahatlıkla yerine getirecek padişaha bağlı hükümetler dönemi başlamıştı.

Salâhi R. Sonyel İngiliz gizli belgelerinde yaptığı araştırmada Vahdettin’in hangi amaçlarla meclisi dağıttığını şöyle tespit etmiştir:

“İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri yardımcısı Tuğamiral Richard Webb, 19 Ocak 1919’da İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşar yardımcılarından Sir Ronald Graham’a gönderdiği özel mektupta ataklıkla şöyle diyordu:

‘Görünürde ülkeyi işgal etmediğimiz halde, şimdi valilerini atıyor veya görevlerinden uzaklaştırıyoruz; polislerini yönetiyor, basınlarını denetliyor, zindanlarına girerek Rum ve Ermeni tutukluları, işlemiş oldukları suçlara aldırmadan özgür bırakıyoruz…Demiryollarını sıkıca denetimimizde tutuyor ve istediğimiz her şeye el koyuyoruz…Politikamız, süngünün keskin ucuna dayanır…Halife elimizin altında bulundukça İslam Dünyası üzerinde ek bir denetim aracına sahibiz…Bildiğiniz gibi, Padişah, bizi buraya yerleştirmeyi diliyor…’”[14]

İstanbul’daki İngiliz Genel Karargâhı’ndan İngiltere Askeri İstihbarat Şefi’ne 16 Aralık’ta yollanan şu gizli telgrafta, Vahdettin, ülkenin İngiliz mandasına girmesini teklif ediyordu:

“Bugün Genel Karargâh’a gelen Sami Bey, Padişah ve Dışişleri Bakanı adına, İngiltere’nin, Türkiye’nin yönetimini en erken vakitte devralmasını; barış yapılıncaya kadar beklenirse çok geç kalınmış olacağını söylemiştir. Sami Bey, Arabistan’da İngiliz yönetimi kurulmasını istiyor. Denetim amaçları için ülkenin iç bölgelerine İngiliz subayları gönderilmesini; yönetime yardımcı olmak üzere İngiliz yetkilileri sevk edilmesini diliyor. Kafkasya’daki Türk askerleri bizim (İngilizlerin) emrine verilecektir; görevine son verilmesini istediğimiz her subay görevden alınacaktır.[15]

 

İstanbul’un işgali, Mebusan Meclisi’nin tatil kararı ve Vahdettin’in rolü

 

İstanbul’un işgali, büyüyen milli mücadeleyi önlemek amacıyla Türkleri cezalandırmanın ve denetim altına almanın bir yolu olarak planlanmıştır. Mebusan Meclisi’nin nasıl tatil kararı aldığını, İstanbul'un resmen işgaline giden süreci ve bunlarda Vahdettin’in rolünü sergileyelim.

Sivas Kongresi’nden sonra milli kuvvetlerin güçlerini artırması işgalcileri rahatsız eder. 10 Ekim 1919’da İngiliz Yüksek Komiseri De Robeek Lord Curzon'a bu rahatsızlıklarını şu telgrafıyla gösterir: "Anadolu'daki milli hareketin baskısıyla D. Ferit hükümeti istifa etti. M. Kemal karşısında İngiliz aslanının prestiji sarsıldı. Mütarekeyi imzalayan Türkiye'nin yerinde, bugün bambaşka bir Türkiye var. Bu yeni Türkiye'ye barış şartlarını empoze etmek kolay olmayacak."[16]

Anadoluda direnişin büyümesi, işgalcileri yeni önlemler almaya iter. Yüksek Komiser De Robeck 10 Kasım 1919’da “İstanbul'un resmen işgali lazımdır”[17] diyecektir. 11 Aralık 1919’da da “M. K [Mustafa Kemal] başlıca düşmanımızdır!"[18] demiştir. 4 Ocak 1920 İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, kabine üyelerine, Türklerin Avrupa ile ilişiğini kesmek amacıyla “Türkleri İstanbul'dan atmak” gerektiğine ve “Türklerin İstanbul'da bırakılmasının, milli akımı daha güçlendireceği”ne ilişkin muhtıra dağıtır.[19]

İşgalciler ortak bir nota ile milli kuvvetleri destekleyen Harbiye Nazırı [Bakanı] Cemal Paşa ile Genelkurmay Başkanı Cevat Paşanın, 48 saat içinde görevden alınmalarını isterler. Bunun üzerine bu paşalar istifa eder.

Vahdettin 21 Aralık 1918’de feshettiği Mebusan Meclisi, anayasada 4 ay içinde seçim yapılacağı belirtildiği halde 1 yıldan fazla bir süre sonra, 12 Ocak 1920’de açılır ve 28 Ocak’ta da gizli olarak Misak-ı Milli'yi kabul eder.

Bu gelişmeler üzerine 10 Şubat 1920’de işgalciler İstanbul'da yönetimin işgalcilere devredilmesi, milliyetçilerin tutuklanması ve Meclis'in kapatılmasını isterler.[20] 13 Şubat’ta da De Robeck Londra’ya, Osmanlı Meclisi'nin milliyetçi örgütün İstanbul'da siyasi bir parçası durumunda olduğunu ve milliyetçi harekete karşı silah kullanmak gerekeceğini yazar.[21] 17 Şubat’ta Misak-ı Milli açıklanır!

Milletvekilleri işgalleri, Ermeni tehciri nedeniyle yapılan tutuklamaları protesto ederler. 23 Şubat’ta İngiliz Yüksek Komiseri Amiral De Robeck, Meclis'te milletvekillerinin bu tür konuşmalarını, Maraş'a saldırılmasını, Akbaş depolarının boşaltılmasını ve Anadolu’daki milli güçlerde işgalci askerlerin tutuklanmasını protesto eder. Aynı gün yeni İngiliz savaş gemileri İstanbul'a gelir ve İstanbul’a asker çıkarırlar. [22]

28 Şubat 1920’de İngiltere Başbakanı Loyld George konuşmasında Fransızların Maraş'tan Çekildiklerini, müttefiklerin prestijinin sarsıldığını ve artık Türkiye'ye karşı harekete geçmek ve İstanbul’un işgal edilmesi gerektiğini şöyle belirtir:

“Fransız birlikleri Maraş'ı bırakmak zorunda kalmışlardır. Düzen sağlanmadıkça burada barış andlaşmasının hükümlerini tesbite çalışmak faydasızdır. Bunda en büyük sorumluluk Fransızlara düşmektedir. Büyük Müttefik Devletler şimdi düzenin sağlanması ve Ermenilerin himayesi ve bir bütün olarak müttefiklerin prestijinin yükseltilmesi için Fransız Hükümetinin ne gibi tedbirler alınmasını düşündüğünü bilmek istemektedirler. Müttefiklerin Türklerin İstanbul’da bırakılmasını kararlaştırması Padişah ve Hükümetinin İstanbul’da müttefik silahları tehdidi altında tutularak belli olayların meydana gelmesi halinde bir tehdit vasıtası olarak kullanılması düşüncesi iledir. Mustafa Kemal İstanbul Hükümetinin yüksek rütbeli bir subayıdır ve son olarak da Erzurum’a vali tayin edilmiştir. Buna karşılık müttefikler hiçbir tedbir almıyacaklar mıdır? Durmadan Türkleri uyarmak yetmez. Daha ciddi olarak harekete geçmenin zamanı gelmiştir. Sadrazam, Harbiye Nazırı ve diğer bazı Nazırlar İstanbul Hükümetince gerekli tedbirler almana kadar tutuklanarak ya Boğazların ötesinde bir yerde veya İstanbul’daki Müttefik gemilerinden birinde hapsedilmelidir.”[23]

29 Şubat’ta De Robeck İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a "Milliyetçi direnişi kırmak için harekete geçilmesi ve İstanbul'un işgal edilmesi” gerekliliği ve “Barış şartları nisbeten yumuşak olduğu takdirde, barışı kabul edecek Türkleri, Sultanın etrafında toplayıp milliyetçilere karşı bir cephe kurulabileceği" düşüncesini iletir.[24]

Görüldüğü gibi işgalciler, milli mücadele karşısında padişaha dayanmayı tercih etmişlerdir. Bundan sonraki olayların akışı da belirttiğiz İngiliz yöneticilerin yazışmaları sonucunda ilerleyecektir. 3 Mart 1920’de Ali Rıza Paşa hükümeti istifa eder. 8 Mart’ta Salih Paşa hükümeti kurulur. 10 Mart’ta İngilizler "İstanbul işgal edilecek, Harbiye Nezaretine, polis teşkilatına ve PTT'ye el konulacak!"[25] kararını alırlar ve 16 Mart’ta İstanbul resmen işgal edilir ve Rauf Orbay ve 150 vatansever tutuklanıp Malta'ya sürülür. Sıkıyönetim ilan edilerek gazetelere sansür konur. Dahası sokak duvarlarına, İngilizce ve Türkçe, "herhangi milliyetçiye yardım edenin ölüme mahkûm edileceğini” ilan eden afişler yapıştırılır.[26]

Osmanlı Meclisi de, İngilizlerin tutumunu protesto için tatil kararı alır. İşgalciler Sadrazam Salih Paşa’dan Mustafa Kemal Paşa’nın ve milli mücadelenin diğer liderlerinin red ve inkar edilmesini istemeleri üzerine hükümet istifa eder.

Görüldüğü gibi meclisin iradesini hiçe sayan padişah ve hükümet olmuş ve milletvekili olan Rauf Orbay tutuklanmış; bunun üzerine Atatürk, Heyeti Temsiliye üyeleriyle meclisin Ankara’da açılmasını kararlaştırmışlar ve birçok milletvekili işgalcilerin baskısından kaçarak gizli şekilde Ankara’ya geçmişlerdir.

Vahdettin, kaderini İngilizlere teslim etmiş ve İngiliz isteğine uygun olarak meclisi dağıtmış ve bir daha seçim yaptırmamıştır. Padişahın meclisi feshederek milletin egemenlik hakkını gasp etmiştir.

Yukarıda gösterdiğimiz tüm olaylara sessiz kalan; hatta tahtını korumak için onaylayan, Kuvayi Milliyenin üzerine asker gönderilmesini savunan, Ankara’daki kurulan meclisin işgalcilere direnmesini hayran olduğu emperyalistlere yaslanarak durdurmaya çalışan, Kuvayi İnzibatiye ordusuyla kardeş katli dökülmesine neden olan bir padişahın hukuki varlığı da elbette sorgulanmalıydı.

Ankara’da açılan TBMM, milli egemenlik önünde engel olan işbirlikçi bir kurumun varlığına 1 Kasım 1922’de son vererek darbe yapmamış; tersine kendisine padişah tarafından darbe yapılmasına izin vermeyerek, milletin istencini yerine getirmiştir.



[1] Turgut ÖzakmanVahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele -yalanlar, yanlışlar, yutturmacalar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1997, s.307-308.

[2] Ekrem Buğra Ekinci, “Ankara Meclisi 100 Yaşında”, Türkiye, 20.4.2020, erişim tarihi 20.4.2020, https://m.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ekrem-bugra-ekinci/613235.aspx 

[3] Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.19 (Nutuk 1), Kaynak Yayınları, İstanbul,  2006, s.305.

[4] Rauf Orbay'ın Hatıraları (1914 - 1945), Yayına Hazırlayan Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul, 2005, s.267-268.

[5] Age, s.268-271.

[6] Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, Temel Yayınları, İstanbul, 2019, s.367-368.

[7] Orbay, age, s.271-272.

[8] Atatürk’ün Bütün Eserleri, age, s.305.

[9] Age, s.305-306.

[10] Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1949, s.183.

[11] Age, s.183-184.

[12] Age, s.185.

[13] M. Tayyib Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2011, s.21-22.

[14] Salâhi R. Sonyel, Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2010, s.12.

[15] Age, s.12-13. 

[16] Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, c.1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1973, s.LVIIII’den aktaran Özakman, age, s.327.

[17] Gotthard Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi-Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1989, s.76.

[18] Age, s.80.

[19] Şimşir, age, s.XCIII’ten aktaran Özakman, age, s.328.

[20] Selahi R.Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, c.1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1973, s.206.

[21] Şimşir, age, s. CV’den aktaran Özakman, age, s.329.

[22] Şimşir, age, s. CVIII’ten aktaran Özakman, age, s.330.

[23] Taner Baytok, İngiliz Kaynaklarında Türk Kurtuluş Savaşı, Başnur Matbaası, Ankara, 1970, s.82-83.

[24] Şimşir, age, s. CXIII’ten aktaran Özakman, age, s.330.

[25] Şimşir, age, s. CXIX’ten aktaran Özakman, age, s.331.

[26] Halide Edip Adıvar, Türk'ün Ateşle İmtihanı, c.1, Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul, 1998, s.77.

 



Bu içeriğe emoji ile tepki ver