Zanka

Prof. Dr. Gazi Özdemir


Prof. Dr. Gazi Özdemir

Asırlarca Müslüman toplumların Kur’an mesajlarını anlamaları, üzerinde düşünmeleri ve benimseyip yaşamlarına yansıtmalarının önemine ve sorumluluk olduğuna dikkat çekilmiştir.

Bu uyarıya uymamaları nedeniyle de yanlış bir tevekkül inanışına sürüklenmiş olduklarını görüyoruz. Tevekkül kelimesi, bir anlamı ile başlanan bir işin seyrini ve sonucunu Allah'a havale etme ve O'na güvenme, diğer anlamı ise, ne ile karşılaşılırsa karşılaşılsın, itirazsız kabullenme ve "Kaderim buymuş, Allah'tandır" deyip uğradığı haksızlığı ve hak gaspını da, hakkını aramayı aklına bile getirmeden benimseme olmaktadır.

       Müslüman toplumlar, ikinci tevekkül şeklini kabullenmeye ve aşırı tevekkül ile kandırılarak tembelliğe itilmişler, yani pasifleştirilmişlerdir. Sanki Kur'an'da insanlara;

"Hayır ve şer Allah'tan, ne yaparsanız yapın Allah'ın dediği olur. İdarecileriniz de sizin için neyi uygun buluyorlarsa itirazsız kabul edin. Her işinizin gerekleri olan tedbirleri almanız şart değil, çünkü tedbirlerinize değil Allah'a güvenin. Bir işin risklerini azaltacak denetimlerinizi de dost-ahbap çerçevesinde tam yapmayın. Bir şey olmaz, Allah büyüktür deyin. Arabalarınıza Allah Korusun veya Allah'a emanet ifadelerinizi yazın"

deniyormuş gibi insanlarımızın beyinlerine bu ifadeler kazınmıştır. Kazınan bu ifadelerin etkisi ile de insanlarımız ön yargılı olmuşlar ve Allah'a tevekkül etmeyi yanlış kabul etmişlerdir.  Yine bu önerilerin tam tersi olan Kur'an'daki gerçekler, bilerek veya bilmeksizin anlatılmamış, hatta gizlenmiştir. Onlara başlanan herhangi bir işin başarı anahtarının gayret etmek, çaba göstermek ve çalışmak olduğu değil, çalışsa da, çalışmasa da Allah’ın istediğinin olacağı, yapılmakta olunan işin gerekleri olan aletlerin ve önlemlerin, risklere karşı tedbirli olmanın ve denetlemelerin ciddi yapılmasından ziyade Allah'a güvenmenin /tevekkül etmenin daha önemli olduğu   söylenmiş ve anlamsız bir tevekkül aşılanmıştır. Bu eksik bilgilendirmeler, menfaatine uygun olduğu için özellikle devlet idarecileri veya sözde Kur'an'ı biliyorum ve Kur'an'dandır diyerek ilgisi olmayan sözler söyleyen sözde din adamları tarafından desteklenmiştir. Zamanla insanlar Kur'an'ı anlamadan okudukları için, Allah'ın  bizlerden ne istediğini ve beklediğini bilmedikleri gibi, Kur'an'a yönelik "Okurken yanlış yaparsam günah olur" şeklinde ön yargı halinde oluşturulmuş korkuları nedeniyle, dine yönelik başkaları tarafından her söylenene bir nevi körü körüne inanmışlardır. Bu inanmışlığın etkisi ile de başladıkları veya yaptıkları herhangi bir işe dört elle sarılma yerine, o işin gereği olan önlemleri ve denetlemeleri de önemsemeden doğrudan, işin kolayına ve ucuzuna yönelmeyi daha da önemsemiş ve olacaklar ile sonucu Allah'a yüklemeyi benimsemişlerdir. Yine idarecilerin veya onları "Her şey Allah'tandır" sözüne inandırmış olanlar tarafından hakları gasp edilerek perişan hale getirilmelerini yine Allah'tandır yaklaşımı ile yorumlayarak sessizce kabullenmiş ve İsra-53, Şura-41 ve Nisa-148 nci ayetlerdeki ibad etmek /Allah’a kulluk etmek demek olan "Hakkını aramak" muhkem /değişmez ana hükmüne aykırı davranmışlardır.

İsra-53. Ya Muhammed! Kullarıma söyle: Birbirleri ile konuşurken sözlerine dikkat etsinler ve en güzel bi­çimde /hak gasp etmeden, hakaret edip gururu incitmeden, fakat hakkını ezdirmeden ve haksızlık edene gereğini de esirgemeden konuşup tartışsınlar. Yoksa şeytan, oluşacak olumsuz düşüncelerini kışkırtıp aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın pusuda bekleyen apaçık bir düşmanıdır.  

Şura-41. Şüpheniz de olmasın ki, haksızlığa /zulme uğrayıp haklarını arayan, kendini savunmak için direnen ve hakkını ezdirmeyenler kınanmazlar ve cezalandırılmazlar.

Nisa-148. Ve şunu bilin ki, Allah bir olumsuzluğun /kötülüğün açıkça konuşulmasından /dedikodu malzemesi yapılmasından hoşlanmaz. Bundan dolayı haksız­lığa /zulme uğrayanların sözleri hariç. Allah işiten ve her şeyi bilendir.

       İşte bu tip çabasız, önemsenmemiş, risklerine karşı önlemler alınmamış, denetlemeleri tam yapılmamış tevekküle “insanı pasifize edici tevekkül” adını verebiliriz. Burada oluşan bir olumsuzluğun temel nedenlerini araştırmadan, sadece Allah'tan kabullenme, diğer bir ifade ile boş bir tevekkül de söz konusudur. Kişi böylesi davranmakla hem tembelliği tercih etmiş olmakta, hem de olacaklardan kendini değil, Allah'ı sorumlu tutmakta ve buna da "Kaderim buymuş, Allah böyle istedi" diyerek suçsuzluğuna kendini inandırmaktadır. Ancak, temelde ise kendini kandırmaktadır.

       Tövbe-109. ayette, bile bile dere yatağına konut yapmanın pasifize edici tevekküle örnek olduğu vurgulanmıştır. Ancak böyle bir uyarı 1400 yıldır Kur'an'da bulunmasına rağmen, büyük ihtimal ile insanlara bu uyarı anlatılmadığı için olsa gerek, zamanımızda bile halen dere yatağına konutların yapıldığını ve sel ile zarar gördüklerine rastlamaktayız.

Tövbe-109: Binasını Allah’tan gelen bir sakınma duygusu ve hoşnutluk üzerine /tedbir alıp aklını kullanarak kuran mı hayırlıdır, yoksa sel artıklarının ucundaki yarın kenarına /dere yatağına kurup da onunla birlikte cehenneme yuvarlanan mı?

       Çalışmayı, gayreti, aklını kullanıp iş yapmayı ve elden geleni yaparak, yani “Atını sağlam kazığa bağladıktan sonra” işin sonunu Allah’a tevekkül ederek havale etmeyi ise “insanı aktive edici tevekkül” diye tanımlayabiliriz. Allah’ın bizlerden istediği ve beklediği gerçek tevekkül şekli, işte bu aktive edici, gayret ve çalışmayı bırakmadan, olabilecek risklere yönelik gerekli önlemleri almayı ve yapılacak denetimlerin ciddi yapılmasını benimseyen tevekkül şeklidir. Al-i İmran-159. ayette zaten bu tevekkül belirtilmektedir.

Al-i İmran-159: Bir kez gayret edip karar verdin mi /azmettin mi de artık Allah’a güvenip dayan. Allah, tevekkül edenleri sever.

       Rahmetli Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün ifadesi ile tevekkül “Allah’ı işi yapmaya değil, yapılan işin, gayretin sonucunu belirlemeye vekil kılmaktır”.  Diğer bir ifade ile gerekli önlemleri ve denetimleri almaksızın oluşan bir sonuç, ancak kişiye ve kişiden kaynaklanan etme-bulma prensibine fatura edilir, Allah’a veya kadere değil.

       Allah yaratılışı yapması yanında, sebep ve sonuç ilişkisi çerçevesinde ne olursa ve ne yapılırsanın karşılıklarını ezelî ve ebedî kurallar olarak birlikte belirlemiştir. Buna göre de her beşer, "Ne ekerse onu biçer. Her ne ederse kendine eder". Bir nevi Bumerang misali, kişi neye niyet eder ve söylerse, mutlaka niyet ettiği ve söylediği ona geri döner. Yani insan ihmali ile olan her kaza kader denilip karşılığı verilmeden tevekkül edilip kabullenilecek bir olay değildir.

       Özellikle Allah’tan yardım istenmesinde olduğu gibi yine sadece Allah’a tevekkül edilmesi ve araya başkalarının sokulmaması üzerinde durulmakta ve bu konu Fatiha-5, İbrahim-12, Talak-3 ve Mümtehine-4 ncü ayetlerde  vurgulanmaktadır.

Fatiha-5: Ve sadece O’na /Allah'a ibadet /kulluk edilecek olan ve sadece O’ndan ilahi yardım istenecek olandır O.

Talak-3: Kim Allah’a tevekkül ederse, Allah ona yeter.

Mümtehine-4: Rabbimiz! Yalnız sana tevekkül ettik, sana yöneldik, dönüşümüz sanadır.

NOT-Her Perşembe saat 11.00-12.15 te Haber26 internet TV’de canlı yayında iniş sırasına göre Kur’an’ı açıklayıp yorumluyorum. Her an “facebook.com/haberci26 kur’an’ın ışığında” dan bütün programlarım izlenebilir.                                            

 

 



Bu içeriğe emoji ile tepki ver
1